M. Latif SALİHOĞLU |
|
Gündemin öncelikli konuları |
Hükûmet cenahından medyaya yansıyan açıklamalara bakılacak olursa, üç önemli konu, gündemin ilk sıralarında yer alacak:
1) Genel seçim; 2) Yeni anayasa; 3) Başkanlık sistemi.
Referandum sonrasındaki ilk yazımızın (14 Eylül) konusu, birinci maddeyle ilgiliydi. Nitekim, aynı günün akşamı iktidar partisi adına açıklama yapan Hüseyin Çelik, en geç Temmuz'da olması gereken genel seçimlerin öne alınabileceğinin açık sinyalini verdi. Kuvvetli ihtimalle de öyle olacak. * * * Diğer iki konuyla ilgili yapılan açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla, bunlar daha bir müddet konuşulmaya, tartışılmaya devam edecek. Buna göre, kimin nasıl bir anayasa istediği ve başkanlık sistemini benimseyip benimsemediği hususu, genel seçim atmosferinin en kuvvetli rüzgârını oluşturacak. Esasında, Türkiye'nin yeni, sivil ve tam demokratik bir anayasaya şiddetle ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç, önünde hiç kimsenin duramayacağı ölçüde yüksek bir talebe dönüşmüş durumda. Bu talebi karşılamaya yönelik çabalarda bulunmak ise, öncelikle siyasî partilerin temel görevi. O halde, gerekli çalışmalara hiç zaman geçirilmeden, yani derhal başlanması gerekiyor. Aksi halde, yine eksik, ya da sakat doğumların yaşanması kaçınılmaz olacaktır. * * * Başkanlık sistemi konusuna gelince... Türkiye, hemen her yönüyle bu sistemi sorgulayıp tartışmaya doğru gidecek gibi görünüyor. Gitmelidir de... Esasında, önümüdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde bu konunun hararetli bir şekilde gündemdeki yerini alacağını şimdiden söylemek mümkün. Zira, Türkiye'de ilk kez olmak üzere, yeni cumhurbaşkanı halk oylamasıyla seçilecek. Bu da, hukuken değilse bile, fiilen başkanlık sistemine geçiş anlamını taşıyor. Üstelik, bundan geri dönüş de mümkün görünmüyor. Geri dönüş yapılamaycağına göre, ister istemez ileri doğru yeni adımlar atılacaktır. Adımların zamanında atılması ise, ülkemizin en çok ihtiyaç duyduğu hususlardan biridir. * * * Mesuliyet ve selâhiyetin aynı makamlarda ve dengeli bir şekilde sağlanabilmesi, bugün itibariyle başkanlık sisteminde daha kolay ve daha mümkün görünüyor. Ancak, bu meselenin yine de enine boyuna görüşülüp müzakere edilmesi gerekiyor.
Tarihin yorumu 16 Eylül 1633
Zorbaların tütün safâsı
Sultan 4. Murad'ın ilk saltanat yılları, Osmanlı Devletinin en sıkıntılı, en buhranlı dönemine rastladı. Otorite boşluğu had safhaya varmış durumdaydı. Bu boşluktan istifade eden muhtelif zorbacı gruplar, ortalıkta cirit atıyordu. Öyle ki, vezir ve sadrâzam atamalarına kadar tesir edebiliyor, hatta onların katlini netice verecek teşebbüslerde dahi bulunabiliyorlardı. Sultan Murad'ın da henüz çocuk denilecek yaşta (11 yaşında) tahta geçmek durumunda kalması da, zorbaların iştahını açıyor ve onların işini kolaylaştırıyordu. Öte yandan, Valide Kösem Sultanın devletin hemen her meselesine burnunu sokması, fitne ve fesat dalgasının daha da alevlenmesine sebebiyet veriyordu. Yaşanan bunca fecî sıkıntılar ve alabildiğine laçkalaşan devlet işleriyle uğraşmak zorunda kalan genç padişah, tahta geçtikten ancak 9–10 yıl kadar sonra dizginleri ele alabildi. Zorbaların tütün tüttürme bahanesiyle kahvehaneleri mesken tutarak fitne kaynatmalarına daha fazla tahammül edemeyen 4. Murad, aynı zamanda keyf û safâ mahallerine dönüşen bu mekânları kapattırmakla kalmadı; aynı zamanda sarhoşluk veren içki ile tütünün kullanılmasını şiddetle yasakladı. (16 Eylül 1633) Bu yasakların tarihte nâm salmasının en mühim sebeplerinden biri, yasağa uymayanlara verilen ağır cezalardır. Bu cezalandırmaların içinde idamların da yer almış olması, Sultan 4. Murad'ın, devleti yeniden toparlamak için nasıl bir politika takip ettiğinin göstergesi olsa gerektir. 16.09.2010 E-Posta: [email protected] |