Muzaffer KARAHİSAR |
|
Ali Bey’in not defterinden |
“Aslen Aksekiliyiz. Konya’da bir süre ticaretle meşgul olduktan sonra İstanbul’a yerleştik. İstanbul’da ticarî faaliyetlerimizi büyüttük. Gün geçtikçe artan bir tempo ile çalışmalarımız devam ediyor. Allah’ın yardımı ve inayeti ile tekstil fabrikamızda üç yüz kişi çalışıyor, evine ekmek götürüyordu. Babaannemin duâları ve annemin tavsiyeleri ile hayırlarımızı ve hasenatımızı rahatça, aksatmadan yapıyorduk. Annem rahmetli olunca bizde kırılma çizgisinin başladığını sonradan fark ettim. O rahmetli insanın, evin direği ve bereketin kaynağı olduğunu anladım. Yaşlı babaannem ağzı duâlı, muttaki bir insandı. Herkes onun duâsını almaya ziyarete gelirdi. Özellikle vücudun bir yerinde iyileşmeyen yara, bere, çıban olduğunda ona okuttuklarında geçerdi. Bütün aile fertleri, her zaman babamın evinde toplanırdık. Büyüklerimizi ziyaretler eder, gönüllerini eder, dualarını alır, birlikte yiyip içip evlerimize dağılırdık. Bu sevgi, muhabbet, samimiyet, bereket annemin vefatına kadar sürdü. Annem vefat edince babamın evlenmesi gerektiği kararına vardık. Babam acele davrandı ve evlenme teşebbüsü ânında, bizlerin istişaresi dışında bir evlilik gerçekleştirdi. Bizler her ne kadar olumlu, yapıcı ve destekleyici olsak da karşı taraftan gerekli, olumlu ve hoşgörülü davranışlar görememeye başladık. İlk mağdur olan da babaannem oldu. Kısa zamanda huzursuzluklar, sıkıntılar, dışlanmalar, uyumsuzluklar başladı. Yaşlı, pirifâni bir insan seccadesinin kapladığı yer kadar bir mekâna sığamamış duruma geldi. Bu durum başta babamı çok üzüyordu, ama hiç konuşmuyordu. Onun konuşmadığı ve sustuğu bir ortamda bizim söyleyecek çok şeyimiz olduğu halde, nezaketimiz, aldığımız terbiye gereği sustuk, üzüntülerimizi içimize gömdük. Sonunda babaanneme yer aranmaya başlandı. Hanımım ve kız kardeşimle görüştüm ve babaannemi yanımıza aldık. Kadıncağıza alıştığı bir ortamdan, oğlundan ayrılmak çok zoruna gitti. Babamın evinden ayrılıp bize geldikten sonra üzüntüsünden çok yaşamadı. Hatırladığım kadarıyla bedduâ etmezdi, ancak babamın eşine bedduâ etmişti. Günler geçtikçe ben annemin tavsiyelerinin ve babaannemin duâlarının üzerimizden eksilmesi ile bolluğun, bereketin ve huzurun azaldığını fark etmeye başladım. Gün geçtikçe aile içindeki sıkıntılar artıyordu. Babamın huzursuzluğu ve mutsuzluğu karşısında sessiz kalışı bizleri de huzursuz ediyordu. Hep sıkıntılarını içine atıyordu. Bizlere gelmezler, bizim de onlara gitmemizden hoşnut olmazlardı. Bu aile sıkıntılarının stresi evimize, eşimize, işimize yansımaya başladı. Muhabbetin, samimiyetin ve bereketin eksildiğini fark edebiliyorduk. Bu şekildeki kötü gidişin emareleri hızlı bir şekilde kendini göstermeye başladı. Son ekonomik kriz nedeniyle işlerimizdeki olumlu çark durmuş; hatta geri dönmeye başlamıştı. Ne kadar çalışsam, gayret etsem de bir türlü işler yolunda gitmiyordu. Ekonominin içinde bulunduğu olumsuzluklar ekonomi piyasalarındaki bazı borcunu ödemek istemeyen simsarlara, fırsatçılara bahane olmuştu. Alacaklarımı tahsil edemiyordum. Bir taraftan da kul hakkı olması sebebiyle borçlarımı zar zor ödemeye çalışıyor, işçilerin alın teri kurumadan alacaklarını vermekte zorlanıyordum. Gittikçe alacak verecek arasındaki uçurum artıyordu. Babam evlendikten sonra harcamalarına maaşı yetmemeye başladı. Babama içinde bulunduğum ekonomik sıkıntıyı hissettirmeden, kendimde olmasa bile birilerinden borç bulup onun ihtiyacını karşılıyordum. Sonunda fabrikam üretimi durdurdu, iflas ettim. İşçiler alacaklarını alarak, helâlleşerek, ağlaşarak, vedalaşarak peyderpey ayrıldılar. Şu anda kimseye borcum olmadığı gibi, alacaklarım da mahşere kaldı. Herkes benim rahatlığıma bakarak iflas etmiş bir insan nasıl bu kadar rahat olabilir, diyorlar. Rahatlağımın sebebi; benim gibi bir iş adamı arkadaşımda iflas etmişti. İflas ettikten kısa bir sonra, en sevdiği küçük kızı hastalanmış. Çocuğuna kan kanseri teşhisi konmuş. Bir taraftan iflas durumunun üzüntüleri, sıkıntıları ve problemleri bir taraftan da gözünün önünde en sevdiği, biricik canı, çocuğu eriyip, ölüp gidecekti. İki üzüntünün ıstırabını ruhunun derinliklerinde hissedip, acı içinde yaşarken, çocuğunu ileri tetkik için başka bir hastaneye götürüyor. Orada bütün testlerden, tahlillerden ve incelemelerden geçtikten sonra, çocuğun bir hastalığının olmadığı anlaşılıyor. Oysa önceki hastanede tahlillerde karışıklık olmuş! Yanlış teşhis konmuş. Bu durumda, çocuğunun sağlıklı olduğunu öğrenen arkadaşı o sevinçle, neşeyle Allah’a şükürler ediyor ve iflas ettiğine de üzülmüyor. Zaten üzülse de sonuçta bir şey değişmeyecek.” Başından geçenleri bizlere anlatan Ali Bey de, bu sebeble Allah’ın verdiği sağlık ve başka binlerce nimete şükürler ediyor, üzülmüyor. O hiçbir zaman inancını kaybetmemiş. “Allah verdi, Allah aldı” diyor. Unutmadığı bir şey var ki: Hayırlı bol zenginliklere ve bereketli kazançlara annesinin tavsiyeleri istikametinde çalışarak ve babaannesinin duâlarının neticesinde kavuşmuş olduğudur. Babaannesinin bedduâsına maruz kalan üvey annesi ile ilgili bildiklerini kendinde özel olarak kalmasını tercih ediyor. Onun da her türlü ihtiyaçlarını kendisinin karşıladığını ifade etmekte. Hasta, yardıma ve bakıma muhtaç insanlara yardım etmenin, onları desteklemenin sevabının, feyiz ve faziletinin ne kadar kıymetli ve önemli olduğunun farkındar. Her iyi amelin ve güzel davranışın mükâfatını Cenâb-ı Allah’ın vereceğine yürekten inanıyor. Bu inancını, hayatında bir düstur ve prensip olarak kabul ediyor. 14.09.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (09.09.2010) - İnsanlara yardım, hayvanlara şefkat (07.09.2010) - Ramazan bereketi (31.08.2010) - Küçük benekli böcek (17.08.2010) - Takvimdeki günlükten |