Muzaffer KARAHİSAR |
|
Takvimdeki günlükten |
Su damlaları gibi yeryüzünde akıp giden ya da bulutlar gibi gökyüzünde uçup giden hayat dakikaları, insanlara yaşadığı ömür süresi içinde acısıyla, tatlısıyla birçok duygu tattırıyor. Bazen çok ağır sıkıntılara, acılara ve zorluklara göğüs gerip tahammül edebilirken; bazen de küçük bir noktada sabrını, gücünü ve tahammülünü bitirebiliyor. Her zaman, her yerde ve her durumda bizleri bilen, derdimizi, sıkıntımızı anlayan kuvvet ve kudret sahibi Cenâb-ı Allah’a dayanıp, ondan yardım ister, ondan medet umarak ümitsizlik girdabından kurtulup gerçek yolumuzu ve istikametimizi bulabiliriz: “Merci-i Hakikiye dön, imana gel mükedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür.”1 İhsan Amca konuşkan, sohbeti tatlı, bilge bir insandı. Her konuşmasının sonunda söylediği bir mânî ile muhatabına tebessüm ettirirdi. Onun önemli bir vasfı da boş zamanında elindeki tığ ile rengarenk iplerden paspas örerdi. “Ne yapalım işte, onunla-bununla, dedikodu yapmaktansa böyle vakit geçiriyoruz” derdi. İbadetinde çok hassastı. Dinî kitaplardan okur, anladıklarını anlatmaya çalışırdı. Onu genelde hep neşeli görürdüm. Odasına vardığımda kısa boyuyla hemen ayağa kalkar ve güler yüzle karşılardı. Hep neşeli durmaya, sevinçli görünmeye çalışırdı. Vefatından sonra yakınları tarafından değerli bulunmayıp, dolabında kalmış bir cep takvimini bana getirdiler. İçinde bazı yazılar, isimler ve telefon numaralarından başka bir şey görünmüyordu. Öylesine karıştırırken İhsan Amcanın cep takviminin sayfalarına kısa kısa, günlük yaşadıklarını ve duygularını yazdığını fark ettim. Mesela: 05 Ocak 2009 günü sayfasına; “Bu gün çok kederliyim, uyku tutmadı” diye not düşmüş. Bu geçici, fânî dünyada envai çeşit çilelerle yoğrulmuş bir ömürden, maldan, mülkten, evlâttan, hayallerden, ümitlerden, ihtiraslardan sadece yaşlı bir beden ona armağan olarak kalmış. Neydi acaba onu bu derece, uyuyamayacak kadar kederlendiren? Ağlayan bir kalbin gözyaşlarıydı sanki, o bir satırlık yazı. Pişmanlığın, hüznün doruk noktaya çıktığı, acının kaleme döküldüğü, yürekteki fırtınaların dışa vurduğu bir mahzunluğun ifadesiydi o not. Gece yarısı bütün mahlûkat uykuda, hatta onu mahzun eden, yüreğini yakan, kanatan sebepler de habersiz o durumdan… Biri var ki, O, İhsan Amcanın riyasız, içli, sessiz ve derinden aciz ve fakirliğini hissedip kederlendiğini görüyor. O gecenin koyu karanlıklarında kalbin derinliklerine işlemiş üzüntüleri biliyor. Çünkü O’nun rahmeti, merhameti, şefkati bol. O dertlilerin dermanı, O çaresizlere çare, O hastalara şifa. “Sultan-ı Kâinat birdir, her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir; her şey O’nun emriyle halledilir. O’nu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.”2 İhsan Amca zaten Cenâb-ı Hakkın takdirini ve tasarrufunu insanlara anlatıp, vaveyla edip şikâyet etmemiş. Bütün sıkıntılarını Allaha arz edip, ona havale edecek kadar imanı, itikadı ve sabrı vardı. Uyku tutmadığı zaman gecenin o feyizli zamanında neler yapacağını, neler söyleyeceğini ve nasıl bir meşguliyet içersinde olacağını çok iyi biliyordu. Böyle olmasa o sıkıntılarını okunmayacağını kendisinin de bildiği bir cep defterinin haricinde nerelere yazıp, söyleyip anlatacağını çok iyi bilecek bilgiye ve tecrübeye sahipti. Çükü takvimdeki yazının devamını okuduğumda bir gün sonra yani 6 Ocak günü benimle konuştuğunu, sohbet ettiğimizi not olarak düşmüş. Onun hiçbir zaman bana sıkıntılardan ve kederlerden bahsetmediğini çok iyi hatırlıyorum. O, fânî hayatta her insan gibi Cenâb-ı Hakkın her haliyle isimlerinin tecellisine mazhar olmuş, hayatı musibetlerle saflaşıp, kemal bulmuş ve imtihan meydanında sabrederek, şükrederek, ibadetle, ihlâsla ve teslimiyetle dar-ı bekaya irtihal etmiş bahtiyar bir ihtiyar. “İnsan, yaşayış vaziyetince, bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir. Evet, hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını süratle çalıştırıyor. Arz sefinesi de, süratle giderken…”3 Bu ebedi ve sermedi yolculuğun sonuna vardığımızda; geri dönüp bakarak: Keşke daha çok kederler, ıstıraplar, çileler, sıkıntılar çekmiş olsaydım, diye temenni eder miydik? Üzerinde çok düşünmeye, tefekkür etmeye değer bir konu.
Dipnot: 1.Mesnevi-i Nuriye 2.Yirminci Mektup 3.Mesnevi-i Nuriye, s.175 17.08.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (20.07.2010) - Barla’da herşey güzel (06.07.2010) - Ülfetsiz bir nebze tefekkür (29.06.2010) - Hastalara şifalar |