Mikail YAPRAK |
|
Yeni Asya âlet olmaz |
Günlük her sayısının ikinci sayfasında Bediüzzaman Said Nursî köşesiyle güne merhaba diyen bir gazeteyi, günübirlik siyasetlerin ve sun’î gündemlerin baskısından kurtarmak; bu gazeteyi çıkaranların ve dikkatli okurlarının boyunlarının borcu olsa gerektir.Aklı geveze ve fikri fasid yapma istidadında olan mevcut siyasetin çıkar çekişmeleri, balyozların ve topuzların ağır baskısı altında sersemleşen medya organlarını, bırakalım “ifrat-tefrit” zikzakında debelenip dursunlar. (Zira onlar 28 yıl önce darbe anayasasına “evet”e çalışırken de hakim gücün esiri olmuşlardı. O zaman tepelerinde balyoz vardı, şimdi de topuz, yani siyasî güç var.) Ama Yeni Asya’ya yakışan, hadd-i vasattan ve istikametten şaşmamaktır. Büyük ve evrensel bir dâvânın naşir-i efkârı olma vasfına gölge düşürmemektir. Yeni Asya siyasî entrikaların aleti olmaktan her zaman uzak kalmıştır. Hiç kimsenin de Yeni Asya’nın bu haklı ve vakur duruşunu yadırgamaya hakkı ve yüzü yoktur. Daima yön veren ve yapıcı fikir üreten bir Yeni Asya’yı, sırf inat uğruna kaale almayanların, ne iyi ve ne de kötü gününde onun yanında olmayanların, şimdi kalkıp da ondan “yandaş” bir yayın yapmalarını beklemeleri abesle iştigal olsa gerektir. Bu gazete daima doğrunun yanında, yanlışın karşısında yer almıştır. Hiç bir gücün keyfine göre yayın yapmamış, hiçbir gidişatın seyrine kapılmamıştır. Hele hele Yeni Asya’yı haklı ve zorlu mücadelesinde bir zamanlar yalnız bırakanların, hatta yanındayken korkuya kapılıp yanından uzaklaşanların; bugünün siyasî entrikaları karşısındaki tutumundan dolayı Yeni Asya’yı töhmet altında tutmaya hiç mi hiç hakları yoktur. Onlar varsınlar, uzaklardan gazel okumaya devam etsinler. ««« Boğazlarına kadar siyasete saplananlar, müsbetlerini bile menfiye dönüşmekten koruyamayanlar, kendilerince hayırlı adımlarını bile şer hesabına geçmekten kurtaramayanlar, mukaddes değerlerini bile o uğurda harcamaktan kendilerini alıkoyamayanlar, şimdi kalkıp da bize müsbeti veya menfiyi, “evet”i ya da “hayır”ı telkin etmesinler. Bu sözlerimiz sadece iktidar mensuplarına değil, umum siyasetçileredir. Birçok meseleyi, millet namına Mecliste halletmek dururken, milleti yerli –yersiz meşgul edenleredir. Hakiki demokratları siyaset sahnesinden uzaklaştırmaya çalışanlaradır. Hem müsbeti, hem menfiyi; hem “hayr-ı mahz”ı, hem “şerr-i mahz”ı; hem “adalet-i mahza”yı, hem “adalet-i izafiye”yi Kur’ânî ve nebevî ölçülerle açıklayan; şer üzerine te’sis edilen siyaset âlemindeki ehven-i şerri tesbit edip önümüze koyan, böylece semavî mukaddeslerimizi arzî ve beşerî siyasetlerin lekelerinden mahfuz tutan bir Bediüzzaman’a yüz yıldan beridir kulak tıkayanlara ve inadına farklı arayışlara tevessül ederek, onun dâvetine “lebbeyk” demeyenlere şimdi biz mi “lebbeyk” diyeceğiz? Tamamen politize edilen, siyasî rant ve oy ticaretine dönüştürülen, vatandaşın akl-ı selim düşüncesine ipotek koyan, ayrıştırıcı ve bölücü beyanların oyuncağı haline getirilen “evet-hayır” cephelerinin birinde yer almak ve bir cephenin savunucusu kesilmek, Yeni Asya gibi müstakim bir gazeteye elbette yakışmazdı. Zaten bugün, Üstad Said Nursî’nin, 31 Mart hadisesinde ne istediğini bilmeyenler için yaptığı enteresan yoruma yakın bir hal var. Yani sağını solundan fark edemeyenlerin, tûtî kuşları taklidi gibi “eveet”, “hayıır” ve “boykoot” naralarıyla hakikî maksat ortada anlaşılmaz olmuştur. ««« Bugüne kadar yapılan darbelere, askerî müdahalelere baksanıza.. Hepsi de, Bediüzzaman’ın hararetle savunduğu hürriyet ve demokrasi fikirlerinin makes bulabileceği, millet iradesinin hakim olabileceği bir gidişata yapılmıştır. İrtica yaygaraları ve terör azgınlıkları, darbelerin sadece bahanesi, yemi ve maşası olmuştur. Bugün siyaset sahnesinde ve maalesef ehl-i din arasında Bediüzzaman’ın siyasetteki muktesid mesleğini ve ehven-i şerrini kıranlara rahmet okuyanlar vardır. Bugünkü varlıklarını darbecilere borçlu olanlar vardır. 1960’ın 27 Mayıs’ında, 1971’in 12 Mart’ında, 1980’nin 12 Eylül’ünde ve 1997’nin 28 Şubat’ında, Bediüzzaman’ın ehvenini kıranlar, acaba o ehvenin yerine daha ehven olanını mı buldular? Yoksa terörü ve kaosu tırmandırıp, ülkeyi geriye mi götürdüler? ««« Hayatı boyunca müsbet bir duruş sergileyen, talebelerini de menfi hareketten sakındıran, menfi icraatlara alet olmamak için, kendisine yapılan makam ve servet tekliflerini reddederek, bu uğurda her çileye razı olan ve eserleriyle hak ve hakikatı neşreden Bediüzzaman’ın fikirleri ışığında yayına devam eden Yeni Asya, müsbeti de, menfiyi de çok iyi tanır. Yerine göre “hayır”, yerine göre “evet” demesini çok iyi bilir. Geçmişte de bu “hayır” ve “evet” imtihanından yüz akıyla çıkmıştır. İsterseniz hemen bir hatırlayalım: Devlet ve iktidarın gücünü arkasına alan ihtilâl anayasasına “evet” hususunda millete baskı yapılmasına, basın organlarının sindirilmesine rağmen, Yeni Asya merdane “hayır” demeyi bilmiş ve sonucuna da katlanmıştır. 1987’de siyasî yasakların kaldırılması hususunda, iktidarın ve iktidar şakşakçılarının “hayır” yönündeki baskılarına rağmen, Yeni Asya “evet” için çalışmış, az bir farkla yasakların kaldırılmasına vesile olmuştur. 2007’deki “Cumhurbaşkanını halk seçsin” referandumunda da, teklifin kimden geldiğine bakmadan, demokrasi için “evet” demiştir. Bugünkü “evet-hayır” meselesinde, Yeni Asya iki tarafın birinde kendisine yer bulamıyorsa, meselenin haklı zeminde yürütülmemesinden ve siyasî hesapların aleti haline gelmesindendir. Yeni Asya bu meselenin altında değil, üstünde kalacaktır. Projektörlerini paketin ve referandumun üstüne çevirecektir. Zira bu “evet-hayır” cepheleri netamelidir ve bu cephelerin başını çekenlerin demokrasi karnesi zayıftır. Hem de değneğin iki ucu da bulaşıktır, bulaşmamak lâzım. Kalan süreç içinde de Yeni Asya’dan beklenen odur ki, okurlarının şuuruna, basiretine ve vicdanına itimad ederek, herhangi bir tercihte ısrar etmeden, onları aydınlatsın. Sandıktan çıkan sonuca saygı duymakla beraber, darbe anayasasını tam sivilleştirinceye, inanç ve düşünce önündeki engelleri tam kaldırıncaya kadar haklı mücadelesine devam etsin. 12.08.2010 E-Posta: [email protected] |