Dizi Yazı |
|
Başörtüyü savunduk, kapatıldık |
Yazı İşleri Müdürümüz, Batıdaki lâiklik tatbikatını anlatınca sıkıyönetimdeki subay şöyle dedi: “Batıyı misâl verme!” Evren’in başörtüsü aleyhine yaptığı konuşmaların tesiri ânında görülüyor ve üniversitede başörtülü talebelere baskı yapılıyordu.
Gazetemiz başörtüsünü müdafaa eder tarzda neşriyat yaptığı için 26 Mayıs 1982’de kapatıldı ve bir ay kapalı tutuldu.
Devlet Başkanı Org. Kenan Evren’in başörtüsü aleyhine yapmış olduğu konuşmaların tesiri anında görülüyordu. Ne yazık ki bu tesir, bizim yazılarımızda endişe ile belirttiğimiz, lâikliğin yanlış tatbik edilmesi şeklinde oluyordu, ilk önceleri üniversitelerdeki başörtülü talebelere baskı yapılmaya başlandı. Bazı fakültelerde başörtülü talebeler okulun kapısından çevriliyordu. Bilâhare bu tatbikat imam-hatip liselerine kadar götürüldü ve bu okullarda okuyan kız talebelerin, Kur’ân-ı Kerîm dersi haricinde başlarını örtmeleri yasaklandı.
MÂNEVî BASKIYA HAYIR Başörtüsüne yapılan bu baskı vatandaşlar tarafından büyük tepkiyle karşılanmıştı. Vatandaşlar ve talebe velileri idarecilere telgraflar çekerek bu yasaklamayı protesto ediyorlardı. Biz vatandaşların bu davranışlarını fotoğraflarla veriyorduk. Ayrıca yazılarımızla da başörtüsü yasağını tenkit ediyor ve bu hatalı tatbikattan dönülmesini temenni ediyorduk. 19 Aralık 1981 tarihli başyazımızda şöyle diyorduk: “Dünya umumî efkârı darb ve harp gibi büyük hadiselere şahit olurken, Türkiye’de başörtü meselesiyle uğraşılması belki fantazi kabul edilebilir. Fakat herşeye rağmen Millî Eğitim ve diğer bakanlıklara bağlı okulların kıyafet konusunda uyacakları esasları gösteren yönetmeliğin başörtü yasağı ile ilgili hükümleri, vatandaşların ciddî şikâyetlerine yol açmaktadır. Basına da akseden bu şikâyetler, sözkonusu yasak hükmünün değiştirilmesi istikametindedir. Talebe velileri bu şikâyet ve temennilerini Devlet Başkanı başta olmak üzere hükümete ve diğer alâkalı mercilere duyurmaya devam ediyorlar, ülkenin çeşitli yerlerinden umumî efkârın bir arzusu ve nihaî görüşü şeklinde kendisini gösteren bu şikâyetlere karşı ilgili şahıs ve kuruluşların hareketsiz kalacağını sanmıyoruz. Meseleye eğilerek halkın inanç ve geleneklerine bağlılıktan kaynaklanan talep ve temenniler karşısında isabetti harar ve tavırlar alınacağı inancındayız. “Vicdanları, inançlar noktasından, razı olamayacakları bir manevî baskıya maruz bırakmanın din ve vicdan hürriyeti açısından ne gibi mahzurlar taşıdığının bilhassa yetkililerce bilinmesi ve ona göre hareket edilmesi beklenmektedir. Çocuklarım hem kültürlü hem de inançlarına saygılı birer fert olarak yetiştirmek gibi son derece asil bir düşünce ile hareket eden velileri manen razı olamayacakları hükümlerin müeyyidesi altına sokmak idarenin gayesi ve hedefi olmamak gerekir.”
SIKIYÖNETİMDEKİ MÜNAKAŞA Bizim başörtüsünü müdafaa eden ve başörtüsüne yapılan baskıları tenkit eden bu neşriyatımız, ilgililer tarafından tepkiyle karşılanıyordu. Başörtüsü yazılarımız yüzünden defalarca sıkıyönetime çağrıldık. Burada yazılarımızdan dolayı kullanılan ağır ifadelerin hepsine de gerekli cevabı veren Yazı işleri Müdürümüz Sabahaddin Aksakal o konuşmaları yaptığı esnasındaki hissiyatını şöyle dile getiriyor: “Sıkıyönetime giderken, en ufak bir endişem yoktu. Her gidişimde ‘belki gelmeyeceğim’ diye gidiyordum. ‘Nasılsa içeri alacaklar’ diye düşündüğümüz için, orada fikrimizi gayet rahatlıkla söylüyor ve demokrasi mücadelesi veriyorduk.” Yazı İşleri Müdürümüz bu konuşmaları yüzünden, tevkif edilmekle yüz yüze gelmekteydi. Bir defasında ilgililerle münakaşa edince savcı tevkifini istedi. O esnada ikindi namazı geçiyordu. Sabahaddin Aksakal, namaz vaktinin geçmekte olduğunu söyledi ve namazını kılıp geldi. O esnada savcı tevkif müzekkeresini kesmişti. Fakat sorgu hâkimi ifadeyi aldıktan sonra bu tevkif müzekkeresine itibar etmemiş ve serbest bırakılmasına karar vermişti. Bize sık sık yapılan ikazlardan birisi de, “Bir daha başörtüsü hakkında neşriyat yapmayacaksınız” şeklindeydi. Fakat biz, başörtüsüne karşı yapılan her hareketi din ve vicdan hürriyetinin ihlâl edilmesi, inançlara müdahale edilmesi şeklinde görüyor ve bu hareketler karşısında sessiz kalmayı prensiplerimizi çiğnemek olarak mütalâa ediyorduk.
NİÇİN YAZIYORSUNUZ Yazı İşleri Müdürümüz Sabahaddin Aksakal bir defasında sıkıyönetime gittiğinde, iki albay ve iki yüzbaşı ile karşı karşıya gelmişti. Mevzu yine başörtüsüydü. Sabahaddin isimli yüzbaşı elinde başörtüsüyle ilgili yazılarımızın toplandığı bir dosyayı tutuyor ve şöyle diyordu: “Başörtüsü hakkında bir daha yazmayacaksınız dediğimiz halde, yazıyorsunuz. İkaz ettiğimiz halde niçin yazıyorsunuz? Gayeniz nedir?” Oradaki bir albay şöyle devam etti: “Başka yazacak mevzu mu yok? Diğer gazeteler sesini kesti. Size mi düştü bu şimdi? Yazmayın. Bakın, diğer gazeteler birşeye karışmayan yazılar yazıyor.” Bu sözleri söyleyenler bazen sert bazen de babacan bir tavır takınmaktaydı. Söz Yazı İşleri Müdürümüze geldiğinde şöyle demişti: “Biz şu an için varız. Şimdi söylemeyeceğiz de ne zaman söyleyeceğiz? Başörtüsü vatandaşların öz hakkıdır. Onların bu hakkı elinden alınmak isteniyor. Biz de elbette onların bu meselesini dile getireceğiz.” Başörtüsünden dolayı o kadar çok ikaz edilmiştik ki, bunlardan birisini daha hadiseyi bizzat yaşayan Sabahaddin Aksakal’dan dinleyelim: “Bir defasında yine sıkıyönetime gitmiş ve ilgili albayın odasına girmiştim. İçerde başı açık bir bayan vardı. Ne için gelmiş bilmiyorum. Söz yine başörtüsünden açıldı. Ben, ‘Başörtüsü milletimizin namus sembolüdür. Dinî bir vecibe olmakla birlikte halkımız böyle de değerlendirir’ dedim. Albay, o bayan çıktıktan sonra ‘Yahu şimdi bu bayan namussuz mu?’ dedi. Ben de şu cevabı verdim: ‘Biz bu yazılarımızda bir fikri ortaya koyduk. Hanımların hangi gaye ile kapandıklarını anlatmaya çalıştık. Cenâb-ı Hakk’ın bu emrine uyan dinî vecibelerini yerine getirmiş olur. Diğerleri getirmiş olmaz. Nereden çıkarıyorsunuz namussuz lâfını? Niye yanlış anlıyorsunuz?’ “Bu konuşmamız Albay Metin’le aramızda geçti. O gün aramızda çok ateşli konuşmalar oldu. Bana, ‘Siz şeriatı getirmek istiyorsunuz, size fırsat vermeyeceğiz’ dedi. “Ben de kendisine şöyle dedim: ‘Siz elinizden geleni yapınız. Sırf bu dünyayı düşünmeyin. Yalnız unutmayın ki, bu dünyanın âhireti de var.’ “Ben, ‘Nasıl olsa içeri gireceğim, gelmişken birşeyler söyleyeyim’ diye düşünüyordum.”
BATIYI MİSAL VERME! “Söz başörtüsünden açılmışken, albaya o günlerde gazetemizde çıkmış olan bir haberden bahsettim. Bu haber, Almanya’da bulunan bir ailenin başına gelenlerle ilgiliydi. Oradaki bir Türk işçisinin kızı başını örtüyor. Öğretmeni ‘Niye örtüyorsun?’ diyor. Kız durumu babasına anlatıyor. Babası hükümete dilekçe vererek, başörtüsünün dinin bir emri olduğunu ve öğretmenin tavrı yüzünden kızının okul içinde prestijinin’ sarsıldığını belirtiyor. Bunun üzerine Millî Eğitim Bakanlığı okula bir yazı göndererek şöyle diyor: ‘Müslümanlar dinlerinin emri olduğu için başlarını örtüyor. Hem ülkemizde demokrasi var, kimsenin inancına ve örtüsüne karışılamaz.’ Bu yazı üzerine okul idaresi talebe velisini, talebeyi ve sınıf öğretmenini çağırıyor. Öğretmen talebeden ve talebenin velisinden özür diliyor. “Bu haberi fotoğraflarıyla birlikte vermiştik. Ben bunu anlattıktan sonra şöyle dedim: ‘Batılı olalım diyorsunuz, işte bakınız Batıdaki tatbikat böyle.’ Bunun üzerine albay, ‘Bana Batıyı misal verme!’ diye çıkıştı. Ben de kendisine, ‘Ya nereyi misâl vereyim, Rusya’yı mı?’ dedim.” Devlet Başkanı Kenan Evren’in başörtüsünü, kuaför yokluğuna bağlayan konuşmasını tenkit ettiğimiz için de sıkıyönetime çağrılmıştık. Yazı İşleri Müdürümüz ve Hukuk Müşavirlerimiz sıkıyönetime gittiğinde Yüzbaşı Sabahattin’in elinde bu yazıların bulunduğu dosyalarla karşılaşmışlardı. Ayrıca bir de gazetenin kapatılması için “rapor” tanzim edilmişti. Yazı İşleri Müdürümüzle Hukuk Müşavirlerimiz daha yüksek rütbeli bir ilgilinin karşısına çıkarılmıştı. En çok sorulan, bu yazıları niçin yazdığımız hususuydu. Yazı işleri Müdürümüz de, bu makalelerde başörtüsünün Allah’ın emri olduğunun belirtildiğini, ayrıca İslâm ülkeleriyle diyalog kurulacağı bir zamanda bu başörtüsü yasağının ülkemizin menfaatlerini baltalayacağının söylendiğini ifade ederek, “Başörtüsü Allah’ın emridir. Bu emrin yanlış değerlendirilmesine karşı çıktık” demişti. Bunun üzerine odadaki general, “Böyle tenkit etme yerine, işin aslını gösteren yazı yazsan olmaz mı?” dedi. Bunun üzerine Sabahaddin Aksakal, “Efendim yazı aynen dediğiniz gibi. Okursanız göreceksiniz” cevabını verdi. Bu şekilde başörtüsünden dolayı sık sık sıkıyönetime çağrılıyorduk. Yine bir defasında Yazı İşleri Müdürümüzü Oramiral Zahit Atakan’ın yanına götürmüşlerdi. Komutan Vekili olan Atakan, “Niye böyle yazıyorsunuz? Ben de atalarıma saygılıyım” demiş ve arkasından ilâve etmişti: “Bu son olsun. Bir daha yazarsanız kat’i surette kapanacaksınız. Komutan bir de benim izah etmemi istedi. Ondan sonra kapanacaksınız.” Bu görüşmeden sonra Yazı İşleri Müdürümüz ilgili albayın odasına götürülmüştü. Albay orada Zahit Atakan’la telefonla konuşmuş, ardından Atakan’ın odasına gitmiş, geldikten sonra, “Yahu siz şimdi gidin. Gazete kapanıyor” demişti. Bir yandan ikaz ediliyorduk, hemen peşi sıra da kapatılıyorduk.’ Nitekim gazetemiz 26 Mayıs 1982’de kapatıldı. Tam bir ay kapalı kaldıktan sonra 26 Haziran 1982’de yeniden açıldı. Böylece başörtüsünü müdafaa etmenin ceremesini çekmiştik. Ancak, biz yine doğru bildiklerimizi çekinmeden yazmaya karar vermiştik ve bu kapatılmadan daha da ağırlarıyla karşılaşacaktık.
YARIN: ANAYASA HAKKINDAKi GÖRÜŞLERİMİZ |
12.08.2010 |