Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Referandum ve terör |
Hükümet, terör olaylarındaki tırmanışın ve buna bağlı olarak gelişen tahrik-galeyan provokasyonlarının önlenemeyip devam ediyor olmasını, referandum sürecini sabote etme amaçlı tertipler olarak değerlendiriyor. Bu yorumun dayandırıldığı mantık şu: Türkiye’de ne zaman bir demokratikleşme adımı gündeme gelecek olsa, onu engellemek için bilhassa terör eksenli provokasyonlar tezgâhlanır. Ve yakın tarihten buna örnekler sıralanır. Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde, 2007 referandumu öncesinde, yeni anayasa taslağı gündeme gelince, açılım projesinin ilerlediği düşünülürken... gerçekleşen büyük terör saldırıları gibi. Aslında bu konunun daha detaylı şekilde araştırılması lâzım. Özellikle kamuoyunda büyük infial uyandıran, çok sayıda şehit verdiğimiz veya büyük kentlerde sivilleri hedef alan provokatif terör olayları olduğunda hangi konu gündemdeydi? Haddizatında 12 Eylül öncesinde tırmandırılıp darbe sonrası bir anda bıçak gibi kesilen anarşik olaylar da bunun başlı başına çok tipik bir örneği. O zaman şartlar elvermediği için çok esaslı bir demokrasi atılımı söz konusu değildi, ama o ortamda, eksiği gediğiyle de olsa bir demokrasinin varlığı dahi darbeciler açısından tahammül edilemez bir durumdu. Sırf bu sebeple, darbe ortamının olgunlaşması için sokakların kan gölüne çevrilmesine seyirci kaldıkları, kendi itiraflarıyla sabit. Zayıf bir demokrasiye bile katlanamayanların, demokrasiyi güçlendirip derinleştirecek adım ve atılımları engellemeye çalışmaları gayet “normal.” Bu noktada son derece çarpıcı bir başka örnek, 1993’te dönemin hükümeti tarafından “kanı durdurmak” üzere hazırlanan ve MGK’dan da geçirilen proje tam uygulamaya konulacakken, Bingöl’de 33 erin pusuya düşürülerek şehit edilmesi. O hükümetin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, saldırıyı, “sorunun çözümünü istemeyenler tarafından tezgâhlanmış bir sabotaj” olarak nitelemişti. Ve anlaşıldığı kadarıyla o proje, bugünün “adı var, kendisi yok” açılımından çok daha ciddî ve kapsamlıydı. Eğer hayata geçirilebilseydi, problemin çözümü noktasında hayli mesafe aldırabilecekti. AKP hükümeti, kendi döneminde meydana gelen terör saldırıları sonrasında, “Demokratikleşme yürüyüşümüzü engellemeyi amaçlayan bu oyuna gelmeyeceğiz, ‘inadına demokrasi’ diyerek yola devam edeceğiz” mesajı verdi. Bu söylem ve yaklaşım doğruydu, ama ne yazık ki fiiliyata pek yansımadı. İki dönemdir Meclis çoğunluğunu elinde bulundurmasına, ilâveten AB süreci de pozitif ve destekleyici bir dinamik olarak devrede olmasına rağmen, AKP demokratikleşmede ayak sürüdü. Brüksel’in müzakereleri başlatma tarihi verdiği 17 Aralık 2004’ten sonra bu ipe un serme ve savsaklama tavrının daha da belirginleşmesi, çok anormaldi. Keza, AB reformları çerçevesine oturtulsaydı çok daha sağlam bir zeminde yürütülebilecek olan “demokratik açılım” projesinin, AB sürecinden kopuk bir bağlamda, içi doldurulmadan ve yanlış yöntemlerle gündeme getirilmesi, tetiklediği reaksiyonlarla ortamı daha da kötüleştirdi. Şimdi bir taraftan bu tepkilerle gerilip terör olaylarındaki tırmanış ve bunun tetiklediği provokasyonlarla kızışan bir atmosfer var, diğer taraftan demokratikleşme sürecindeki bu durgunluk. Ve AKP, büyük ölçüde kendi “eser”i olan bu boşluğu, referanduma gidecek olan anayasa paketi ile “doldurma”ya çalışıyor. Paketi çok büyük bir “demokrasi hamlesi”ymiş gibi takdim etmek suretiyle de, önceki ihmallerini gözardı ettirip unutturmak istiyor. Bu hesap tutacak mı, göreceğiz. Terör ve provokasyonları “referandumu sabote etme” amacıyla izah eden yorumlar, konuya demokrasi açısından bakan kesimlerde olumlu yankı bulabilir; ancak terördeki artışı hükümetin beceriksizliğine bağlayanlarda tam tersine aksülamel yapabilir. Referandum, paketin insicamsız içeriğinden bağımsız bir zemine kayarak, hükümet için “güvenoylaması”na dönüştüğü takdirde ise, ortaya çıkacak sonuç AKP açısından sıkıntılı sürprizler getirebilir. 12.08.2010 E-Posta: [email protected] |