Dizi Yazı |
|
Zor şartlarda da açıkça fikirlerimizi söyledik |
Tam Anayasanın referanduma sunulması arefesinde gazetemiz kapatılınca, hemen ertesi günü sıkıyönetime müracaat ettik. Gazetemizin niçin kapatıldığını, hakkında dâva açılıp açılmayacağını; hakkında herhangi bir dâvâ açılmayacaksa ne zamana kadar kapalı tutulacağını sorduk. Ancak sorularımızın hiçbirine sadra şifa olacak cevap alamadık. Sorularımızın hepsi üstü kapalı olarak geçiştiriliyordu. Yine yılmadık, ilgili mercilere üst üste dilekçe yazdık. Ayrıca Hukuk Müşavirlerimiz ile gazetemizin idarecileri gerekli yerlere müracaat ederek, Yeni Nesil’in akıbetini öğrenmeye çalıştı. Ne var ki, Yeni Nesil’in akıbeti sır olmuştu sanki. Hiçbir ilgili bu hususta konuşmaya yanaşmıyordu.
YENİ BİR GAZETE ARAYIŞI Artık gazete çıkarmak da başlı başına bir mesele idi. Eskiden gazete çıkarmak için, ismi bulmak, hazırlığı yapmak ve ardından “ben gazeteyi çıkarıyorum, haberiniz olsun” diyerek ilgili mercilere “malûmat” vermek gazete çıkarmaya yetmekteydi. 12 Eylül ihtilâlinden sonra işbaşına gelmiş olanlar, bu yolu da kapatmayı düşünmüş ve tatbik sahasına koymuşlardı. İlk yapılan iş, gazete kapatıldığında “gerekçe” gösterme şartını kaldırmaktı. Bunu bizim defalarca müracaat edip, “gerekçe ne?” diye sormamızın arkasından açıklamışlardı. Gerekçe açıklanmayınca biz yeni bir, gazete çıkarmıştık. Bunun ardından “yeni bir gazete çıkarmanın yolunu tıkamak istemiş ve sıkıyönetimden izin alınması şartını koşmuşlardı. Sanki bütün bu karar ve tedbirleri bizim için alıyor gibiydiler. Ne yapacaktık? Elimizde Yeni Asya vardı, ama onun için de izin vermemişlerdi. Yeni Nesil 26 Mayıs 1982’de kapandığında biz Yeni Asya’yı çıkarma hazırlığı yapmış, hatta basmaya başlamıştık. Zira kanunen bunda hiçbir mahzur yoktu. 22 Kasım 1980’de çıkmasına müsaade edilmişti. Ancak biz ne olur ne olmaz diye sıkıyönetime bilgi vermek istemiştik. Bu, biraz da “ya kapatırlarsa” endişesinden kaynaklanmıştı. Ancak ilgililer, “Çıkarmayın, kapatırız.” cevabını vermişti. Yani, Yeni Asya’yı çıkarmamız da mümkün değildi. Prosedüre uyup, sıkıyönetime müracaat ederek yeni bir gazete çıkarmak istediğimizi bildirdik ve izin verilmesini istedik. Ne var ki bütün müracaatlarımız cevapsız kalıyordu. Yazılı müracaatlarımıza cevap verilmeyince bu defa şifahî müracaatlarda bulunduk. Artık Selimiye Kışlasını “komşu kapısı” yapmıştık âdeta. İki günün birinde Selimiye’ye gidiyorduk. Ne var ki, ilgililer, “bakarız”, “bir inceleyelim hele” diye geçiştirmeyi tercih ediyorlardı.
TASVİR NASIL DOĞDU? Görünüşe göre gazete çıkarmanın bütün yolları tıkanmıştı. Ama biz, bir gazete çıkarmaya azimliydik. Anadolu’daki okuyucularımız merakla bizden gazete bekliyorlardı. Eli kolu bağlı oturmamız doğru değildi. Neticede, azmin elinden bir şey kurtulamayacağına bir kere daha şahit olduk. Biz de neşrolmakta olan bir gazeteyi satın alırdık. Buna da karışamazlardı ya. Nitekim resmî ilân hakkı olmayan Tasvir gazetesini satın aldık. Ancak bu defa da, ne vilâyet, ne de sıkıyönetim, gazetenin imtiyaz hakkının bize verildiğini tasdik etmeye yanaşmıyordu. Biz buna bir çözüm yolu bulmakta gecikmedik. Resmî muameleleri yaptırabilmek için (postahaneden, posta çeki vs.) gazetenin eski sahibinden vekâletname aldık. Tasvir’i çıkardığımız ilk günlerde tereddüt içerisindeydik. Acaba idareye el koymuş olanlar bu gazeteyi de kapatır mıydı? Artık gazete çıkarmanın çok çok zor olduğunu biliyorduk ve “Tasvir’e de bir şey olursa ne yaparız?" diye biraz daha dikkatli davranmak mecburiyetini hissediyorduk. İlk günlerde hepimiz müstear isimlerle yazdık. Bulduğumuz isimlere bakıp bakıp gülüyorduk. Yok, İhsan Hondur; yok, Hacı Ateşli; yok, Mustafa Kaftanoğlu... “Güleriz ağlanacak halimize” tabiriyle ne denmek istendiğini en iyi o devrede anladık. Gerçekten, demokrasi adına ağlanacak bir haldeydik. Demokrasinin “D”si bile yoktu, ama bazı çevre; ısrarla “demokrasicilik” oynamaya devam ediyor ve dünyada bir eşi daha olmayan “nev-î şahsına münhasır” bir demokrasi modelini îmal etmeye uğraşıyordu. Biz ise gazete çıkarmaya... İşte gazeteyi bu şekilde acâip garaip isimlerle çıkardık. Bu şekilde “şifre” gibi isimler kullanmamıza, hiç ilân vermememize rağmen okuyucularımızın büyük ekseriyeti gelip bizi buldu. İsimlerimiz değişmiş olsa, gazetemiz değişmiş olsa da vefakâr okuyucularımız bizi tanımış ve sahip çıkmıştı. Tasvir’i ilk 15 gün bu şekilde müstear isimlerle çıkardık. Ses seda çıkmayınca nüfus cüzdanındaki isimlerimizi kullanmaya başladık!
ZOR ŞARTLAR ALTINDA Tasvir, aslında bizim sancılı bir devremizin müşahhas sembolüdür. Gazetemiz defalarca kapatılmış, bazı bölgelerde dağıtımına müsaade edilmemişti. Bunun maddî zararı milyonlarca lirayı buluyordu. Üstelik Tasvir’i satın alırken de bizim için mühim olan bir miktarda para ödemiştik. Bunların yanı sıra Tasvir resmî ilânı olmayan bir gazeteydi. Gazeteyi “Yeni Nesil” okuyucularının tamamına duyurabilmek için az da olsa reklâm yapmamız lâzımdı. Ancak bunun için, maddî imkânımız yoktu. Çarnaçar, gazetenin sayfa sayısını azalttık ve 6 sayfa olarak çıkardık. Buna rağmen, tirajımızda düşme değil, bilâkis artma oldu. Yeni Nesil’i tanıyanlar Tasvir’i görür görmez daimî okuyucusu oluyordu. Bu zor devremizde, muhterem okuyucularımızın çok büyük desteğini gördük. Gazetemizin ilk kuruluş safhasında yaşadığımız göz yaşartıcı tabloları defalarca yaşadık. Okuyucularımız maddî-manevî yardımda bulunmak için birbirleriyle yarış ediyordu. 15 Kasım 1982’de neşir hayatına atılan Tasvir’in ilk ayları bu şekilde maddî-mânevî sıkıntılar içinde geçti, “ha kapatıldık, ha kapatılacağız” endişesini eskisinden fazla duymaya başladık. Zira yine sık sık ikaz ediliyor, “şunu yazmayın” “şundan bahsetmeyin”, “şu haberi koymayın” diye telefonla ikaz ediliyorduk.
CAMBAZLIK YAPAR GİBİ Halimiz, iki tarafta keskin bıçaklar bulunan bir boşluğa gerili ip üzerinde yürümeye çalışan cambazlara benziyordu. Yazarlarımız yazılarını kaleme alırken kılı kırk yarıyorlardı. “Şu cümleden alınabilirler, çıkaralım”, “Şu kelimeyi, şu şekilde yumuşatalım” diye kendi kendimize sansür uygulamaya başlamıştık. Bu yüzden birçok yazıyı, neşretmekle “mahsur” gördüğümüz için yayınlamadık. Yazılara bu şekilde “ambargo” koyarken elimizde herhangi bir ölçü yoktu. Tek ölçümüz, “Bu yazı yüzünden gazeteyi kapatırlar mı?” sorusuna vereceğimiz cevaptı. “Söylenmesi gereken her fikri mutlaka söylemek” prensibimizden asla taviz vermedik. Bu çok zor şartlar altında bile fikirlerimizi çekinmeden söyledik. Ancak üslûba dikkat ettik, öyle ki artık hepimiz adeta birer “üslûp cambazı” olmuştuk. “Efradını câmi, ağyarını mani” söz söylemenin müşahhas misâllerini ortaya koyuyorduk. Galiba bu ihtilâlin bize tek faydası bu olmuştu. Artık bir sözü “kırk mânâya” gelebilecek şekilde söylemekte bayağı maharet kesbetmiştik.
MÜHİM HADİSELER VE DEĞERLENDİRMELERİMİZ Anayasanın referanduma sunulmasından sonra cereyan eden bütün mühim hâdiselerle ilgili görüşlerimizi gayet net bir şekilde dile getirdik. Siyasî Partiler Kanunu; Siyasî Partiler Kanununa geçici bir madde eklenerek, parti kurucularının ve milletvekili adaylarının MGK tarafından veto edilebilmesi; Büyük Türkiye Partisi’nin kapatılışı; seçim kanunu; teşkilâtlanma barajını aşmış olan DYP, SODEP ve RP’nin seçimlere sokulmayışı gibi mevzularda görüşlerimizi belirttik. Gerek başyazılarla, gerekse köşe yazılarıyla bu mühim mevzuları enine boyuna tahlil etlik.
TASVİR KAPANINCA... Çok sık yapılan ikazlar “eşliğinde” neşriyatımız devam ediyordu. Tâ ki 1 Ekim 1983’e kadar. Bu tarihte Tasvir’i kapattılar. Her zaman olduğu gibi yine herhangi bir gerekçe gösterilmemişti. Yine herhangi bir dâva açılmamıştı ve yine yazılı bir tebligat yapılmamıştı. Yalnızca telefonla yapılan şifahî bir tebligat: “Gazeteniz kapatılmıştır!” o kadar. Bu defa, “Şimdi ne yapacağız?” diye öyle uzun boylu düşünmedik. Zira tertibatımızı daha önceden almıştık. Bu gazetenin de kapatılabileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak sıkıyönetim tarafından neşir izni alınmış olan “Hür Yurt” isimli bir gazetenin isim hakkını satın almıştık. Derhal kolları sıvadık ve Hür Yurt’u tabloit boy olarak çıkarttık. Ancak yalnızca resmî makamlara veriyor, yurt çapında dağıtıma vermiyorduk. Biz bu şekilde yeni bir gazete çıkarmanın “provalarını” yaparken 16 Ekim 1983’te Tasvir açıldı. Bunun üzerine Hür Yurt’u “şimdilik” kaydıyla tatil ederek Tasvir’i çıkarmaya devam ettik. 5 Kasım 1983’te de Yeni Nesil’in yeniden neşrine izin verildi. Böylece Yeni Nesil tam 365 gün kapalı kalmış oluyordu. Yeni Nesil’in açıldığını öğrenince, “bir eşyasını kaybedip, sonra bulanların” halet-i ruhiyesi içerisine girmiş ve hayli sevinmiştik. Gazetemiz açıldıktan 1 gün sonra da genel seçimler yapılmış ve böylece Türkiye’de yeni bir devre başlamıştı. Bu devreye “Demokrasiye geçiş” devresi deniyordu. Bu geçiş devresiyle birlikte demokrasi yaklaşık 8 yıl inkıtaa uğramış olacaktı. Gazetemiz de tıpkı demokrasinin uğradığı akıbetlere uğramış ve ikide bir “tatil” edilmişti.
SON |
15.08.2010 |