Ahmet DURSUN |
|
Her gün Ramazan olsa |
Gaflet, nefret, şehvet, hırs, haset, husumet, enaniyet, adam sendecilik, bananecilik, şikemperverlik, hodbinlik, bedbinlik, yolsuzluk, hırsızlık, arsızlık… bilimum hasletlerin tatile çıktığı bir zaman diliminin adıdır Ramazan. Siz bakmayın siyasetin Ramazan dinlemez, adab bilmez, nasihat dinlemez edepsizliğine; aldırmayın ötekileştiren nefret diline. Ramazan’ın diline kulak verin. On bir ayın sultanı, sultanların ayıdır; gönlünü taht bilmiş şahların adıdır. Risâle-i Nur’daki tespitlerle, Cenâb-ı Hakkın Rububiyetine, insanın ferdî ve içtimaî hayatına ve nefsin terbiyesine bakan, her daim şükrü hatırlatan, çeşitli yönleriyle şeairin en muhteşemi olan bu mübarek ay, bütün çirkinlikleri örtüyor, kötülükleri öteliyor; şefkat, rahmet ve merhamet tecellileri ile birlikte güzellikleri nazara veriyor, gönülleri fethediyor. Diğer zamanlarda yüzündeki ıztırabını, yardım dileyen, yalvarırcasına bakışlarını görmeden yanından geçtiğimiz bir garip ile aynı sofrada, aynı ekmeği paylaşabilmek ne güzeldir! Bir fakire “Her gün Ramazan olsaydı keşke” dedirten bu muhteşem hal; “Her gün bayram olsa” diyerek sevinç çığlıkları atan bir çocuğunki gibi mutluluk fotoğrafını yansıtmakla kalmaz, koskoca bir âlemin kardeşlik, muhabbet ve tesanüd kabiliyetini gösterir. Bu hal, uyuyan bir âlemi uyandırır, kimlere kimler olduklarını, neler yapabileceklerini hatırlatır. Sıradanlaştırdıklarımızı, kanıksayarak görmezden ya da duymazdan geldiklerimizi görülür, duyulur ve önemsenir hale getirir Ramazan. Şefkate muhtaç yetimler, ekmeğe muhtaç fakirler, duaya hasret gönüller Ramazanla gönül sahamıza girer. Ellerin derdi Ramazanla bizim derdimiz; neşesi neşemiz olur. Bütün vizeleri kaldıran, sınır tanımaksızın coğrafyaları buluşturan, kıtalar ötesiyle buluşturan bir yoldur Ramazan. Pakistan’da sel, Afrika’da açlık varmış; Etiyopya, hicret diyarı Habeşistan mıymış? İlk Müslümanlara kol kanat geren bu şefkatli topraklarda çocuklar açlıktan mı ölüyormuş? Komşun açken yiyinip, şişinip zıbardın mı? Aaa… Bunları duymadın mı, bilmedin mi, görmedin mi hesabına çekilmeden önce ruhumuza şefkat iklimini üfler, merhamet tohumlarını saçar, “hepimiz aynı bedenin azalarıyız” dedirtir Ramazan. Ye, iç, yat; ye, iç, yat, kalk! Kediler gibi, ne hoş hayat! Bana beni, sana seni hatırlatır Ramazan. Yediklerim, içtiklerim bir Rahimiyet cilvesiymiş, önümdeki mümtaz nimet sofrası Rabbimin hediyesiymiş, Malike’l Mülk’ün habercisiymiş. Zenginliğim, elimdekilerim yalnız birer emanetmiş, alan da birmiş veren de birmiş. Başıboş ve yalnız değilmişim; bir misafirhanenin baş misafiriymişim, ben neymişim. Varlığa da yokluğa da şükür dedirtir, kıymet bildirir Ramazan. Sıcak, sıcak, çok sıcak… Tam on altı saat… Yolculuğa mı çıksak, kazaya mı bıraksak, doktor raporu mu alsak… Nefis atına binmiş serkeş gönüller, aczini, fakrını, kusurunu bilmez gafil kafalar… Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan ‘hep banacılar’ı, ‘daha yok mucular’ı, haris kalpleri, elması kömüre tercih eden akılları dize getirir Ramazan. Yemek için yaşayanlar; zaafını, aczini ve fakrını görür; oruçla başını öne eğer, ruhunu yüceltir; midesini kapar, gönlünü açar. “Elhamdülillah” der, “maşallah” dedirtir. “Oruç tut, sıhhat bul!” “On Bir Ayın Sultanı…” Mahyalar bir bir yanmaya başlar; bin bir renk, kaplerde bin bir şevk, heyecan. Van Nurşin’den bir ezan sesi yükselir, Selimiye’den duyulur. Eller Kocatepe’de semaya kalkar, Eyüp Sultan’da yüze sürülür. Ulu Camii’nden yükselen bir duaya Süleymaniye’den ‘amin’ denilir. Kabe’den tekbir sesleri duyulur, Mescid-i Nebevi’den şükür… Yad-ı Mevla’nın izleri her yerde, cümle diller zikirde; dillerde bir hoşamedi: “Hoş geldin Kur'ân Ayı!” “Hoş Geldin ya Şehr-i Ramazan!” 17.08.2010 E-Posta: [email protected] |