Nejat EREN |
|
Bayramlar ve kardeşlık |
Bir Müslüman’ın en büyük mutluluk kaynaklarından birisi “bayramlarının” olmasıdır. İslâmiyet’teki iki dinî bayram insanlar için hem şahsî, hem ailevî, hem de toplum hayatı bakımından müspet manada büyük bir tamirci, düzeltici ve mutluluk kaynağıdır. Bir ay oruç müddetinden sonra gelen “Ramazan Bayramı”, günün uzunca bir kısmında birçok helâl nimetlerden dahi uzak olmanın bir mükâfatı olmanın yanında, başta akrabalar olmak üzere dostlar, komşular ve tanıdıklarla ve bütün bir ümmetle kavuşmanın ve kaynaşmanın da bir sembolüdür. Beşer olmak hasebiyle, çoğu zaman kaçınamadığımız hata, kusur, yanlış anlamalar, kırgınlık, kin, husumet gibi birçok menfî hal ve hareketlerden kaçınma şansı ve fırsatıdır. İnsan hayatını gerçek mânâda önemli yapan ve en büyük bir değer olan “eğitim ve terbiyenin” en etkili süreci olan “Ramazan ayı” boyunca nefsin terbiyesinin açık ve net tezahürünün birisi de Ramazan Bayramıdır. Bir ay boyunca açlıkla malayaniyat ve günahlardaki “inadı” terk edip, nefs-i emmâreyi ıslah yolunda belli bir mesafe kat eden, ona hiç fırsat vermeden, onun en büyük sermayesi, âleti ve hazinesi olan nifaktan, kinden, gıybetten, inattan, yalandan, iftiradan, zandan, tarafgirlikten, sıkıntıdan, belâ ve musibetten uzak bir hâlet-i ruhiyeyi bu zaman zarfında—bir şekilde—kazanmış olduk. Bu mübarek gün ve anlar ve gelecek saatler, günler ve aylar artık en yakın akraba, dost ve kardeş bildiğimiz ve yıllarca omuz omuza verdiğimiz dâvâ arkadaşlarımızla mülâki olmanın, irtibatı sıklaştırmanın, kaynaşmanın, birlikte yeni hizmet plân ve projelerini hayata geçirmenin vesile ve yollarını arama ve bulma zamanıdır. Özellikle Nur dâvâsının hadimleriyle “özel olarak” uğraşan “ehl-i dalâlet fıkralarının” aradaki boşluklardan istifade edip, her türlü fesat ve tahribatı Risâle-i Nur talebelerinin aleyhine kullanma ihtimali öteden beri var ve devam ediyor. Bu yolda da çok geniş daireleri ve zayıf damarları kullanıyorlar. Madem şimdiye kadar çoğunlukla Risâle-i Nur talebeleri bütün bu oyun ve tuzaklara karşı, Risâle-i Nur hizmetini öne çıkarıp, ona odaklanarak her belâya, her derde bir çare, bir ilaç bulmuşlar; birçok tecrübelerle bu hizmette devam edenlerin, hergün hizmet derecesinde, geçimde kolaylık, kalbde ferahlık, sıkıntılara karşı genişlik hissettikleri bunca tecrübelerle sabittir. Elbette her türlü dehşetli yeni belâlara, musibetlere karşı da, yine Risâle-i Nur’un hizmetiyle mukabele etmek gerekiyor. Madem şimdiye kadar bütün Risâle-i Nur talebelerini sevindiren ve ehl-i imanı memnun ve minnettar eden ve bütün yurt sathı ve dünyaya yayılan bu tür nuranî hizmetler, Nur Talebelerinin sarsılmaz sadakatleri, sarsılmayan imanları, mükemmel tesanütlerinin bir neticesidir. O zaman aynı minval üzere devam etmeleri lâzımdır. “Sakın! Dikkat ediniz, ihtilâf-ı meşrebinizden ve zayıf damarlarınızdan ve derd-i maişet zarûretinizden ehl-i dalâlet istifade edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer’iyeyle reylerinizi teşettütten (bölünmekten, parçalanmaktan) muhafaza ediniz. İhlâs Risalesi’nin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa, az bir ihtilâf bu vakitte Risâle-i Nur’a büyük bir zarar verebilir.” (Kastamonu Lahikası, s. 183, Mek. No: 147) ikazının bu dâvâyı kabullenenler için bir pusula ve yol haritası olduğu şuuruyla hareket etmek mecburiyeti vardır. Aynı ikazı “İnsan kusursuz ve rakipsiz olmayacağı” şeklinde de ifade eden Aziz Üstad, devamında da: “Risâle-i Nur’un kahraman şakirtlerinin her müşkilâta galebe ettikleri” müjdesini veriyor. Bunun tek yolunu ise: “Safvet ve ihlâsın bozulmaması ve hizmetlerin fütura uğramamasında” görüyor. “Manevî kuvvet”in yanında “fıtrî şeriatın“ gereği olarak maddî tedbirlere de müracaat edilmesi lâzım geldiğini; fakat Risâle-i Nur’da çok ehemmiyetli rükünlerin, etraflarında Risâle-i Nur’un çok ehemmiyetli şakirtlerinin teşekkül ettirdikleri müspet hizmet cereyanına tam bir tesanütle ancak bu ağır defineye omuzları dayanabileceklerini ifade ediyor. (Age.) Cemiyet ve cemaat hayatının sağlıklı devam edebilmesi için ise: “Sizde vuku bulan küçücük kusurları çok i’zam etmeyiniz (büyütmeyiniz). Yalnız ben değil, belki zannediyorum ki, hakikate muttalî olan herkes tasdik eder ki, ….Risâle-i Nur şakirtlerinde fevkalade bir sadakat ve sebat ve uhuvvet ve ihlâs ve kahramanlık var ki, bu acip zamanda binler esbab-ı fesat ve ifsat (fesat sebebi) içinde vahdetlerini ve ittifaklarını ve hizmette ciddiyetlerini muhafaza ediyorlar.” (Age) diyerek sağlam yol, sağlıklı bünyenin mânevî tedavi yollarını ve ilâçlarını göstererek doğru ve çözümlü bir reçete sunuyor. Bunca fırtınalı hadiseler içinde yıllardan beri hizmeti birlikte omuzlayan, parlatan, ışıklandıran gayretli dâvâ arkadaşlarının şiârı; her türlü dünyevî, içtimâî, siyasî, fani ve malayani işlere karşı; gerçek tercihini, mesaisini, enerjisini, kudsî hizmeti uğrunda, “tam bir aşk ve şevkle, gayret ve halisiyetle, samimiyet ve tesanütle, sadakat ve fedakârlıkla” ve çok daha önemlisi bunca tecrübeyle sabit olan “inayet-i İlahiye” inanıp, güvenerek onun şemsiyesi altına sığınıp âlemin bu yangınında onun gölgesinden istifade edebilmektir. Her türlü hizmet ve gayretlerini birbirleri hesabına çalıştırmayı esas iksir ve işin kimyası bilen ve öyle karar veren müttehid, kahraman bir ruh, binlerce, milyonlarca ceset ve “yeni Said” olabilme sırrını canlandırıp, kabullenmek ve yaşatabilmektir. Bir asra yaklaşan bu muhteşem hizmetin ve şahs-ı mânevînin, has, safi, samimi, ciddî, hasbî, berrak ve mânâlı yadigârı olan “Risâle-i Nur”dan ve “şahs-ı mânevî”den ayrılmamak ve sebat etmenin en büyük bir hizmet ve fedakârlık olduğunun idrakinde olabilmektir. Geçmiş bütün tarihî hizmetlerin senetleri mânevî levhalar olarak tarihe geçen güzel faaliyet ve eserleri azımsamayarak, burada rol alan kıymetli dâvâ erlerinin her türlü hata, noksan, kusurlarına rağmen, iman kardeşliğinden gelen müsamahayla bakarak mevcut hali hazmetmek gerekiyor. Kudsî dâvâyı ve dinimizi dünyanın çok üstünde tutmamız gerektiği, hayatî “çizgilerimizi” ve iman hizmetinin olmazsa olmazlarından olan “sebat etme özelliğimizi”, vesikalar hükmündeki geçmişteki hizmet imzalarımıza ve kader arkadaşlarımıza bütün mevcut halleriyle sahip çıkarak, Cenâb-ı Hakk’ın hazine-i rahmetine güvenmektir. Bütün bunlara ulaşabilmek için: “Mesleğimiz, sırr-ı ihlâsa dayanıp, hakaik-i imaniye olduğu için, hayat-ı dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve tarafgirliğe ve mübarezeye sevk eden hâlâttan tecerrüt etmeye mesleğimiz itibarıyla mecburuz.” (Age, s. 191) hakikatine bütün zerratımızla uymaktır. Aksi takdirde: “Binler teessüf ki, şimdi müthiş yılanların hücumuna maruz bîçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet, sineklerin ısırması gibi cüz’î kusuratı bahane ederek, birbirini tenkitle, yılanların ve zındık münafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öldürmesine yardım ediyorlar” (Age, s. 191) dehşetli tespitine mâsadak olmaktır. Türkiye ve dünya gündeminde her an ve her gün değişen mâlâyani ve boş gündem ve işleri asıl gündemimizden uzak tutarak, geçmiş mübarek Kadir Gecesi ve gelen şu mübarek bayram hürmetine aslî gündemimiz olan “iman hizmetine” odaklanmak, her şeye rağmen; kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi muhafaza edip, sadakat ve metanetle, sarsılmadan davamızda sabit olup devam ettirmek dilek ve temennisiyle... NOT: Geçmiş Kadir Gecenizi ve mübarek Ramazan Bayramınızı en hasbî duygularımla tebrik eder; İslâm âlemi ve insanlık için hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim. N.E. 10.09.2010 E-Posta: [email protected] |