Basından Seçmeler |
Boş bulunup bir ‘devir-teslim’ konuşması okudum
ÖNCE, bu yılki YAŞ toplantıları bayağı münakaşalı geçtiğinden, birkaç yıldır okumaktan vazgeçtiğim “devir teslim töreni konuşmaları” bu kez ilginç olabilir, diye düşündüm. Hükümet’in müdahalesiyle şekillenen yüksek komuta heyetinde yer alan komutanların konuşmalarında yaşanan bu sıcak günlerin etkisi gözlenebiliyor muydu acaba. Ama nedense—bu konuda her zaman haklı çıkan kötümserliğimden olacak!—kısa sürede vazgeçtim. Bu vazgeçme kararını almamda Hükümet’in oluruyla Kara Kuvvetleri Komutanı olan Org. Ceylanoğlu’nun “devir-teslim” törenindeki konuşmasının bir bölümünü televizyon ekranından dinlemiş olmamın etkisi olabilir. Dinlediğim kadarıyla Org. Ceylanoğlu da, yıllardır karşımıza çıkan bir metni tekrarlamaktaydı. Bu “demirbaş” metnin içeriğinin nasıl bir şey olduğunu anlatmaya gerek yok her halde... Günümüzdeki “güvenlik konsepti”ne ilişkin bazı bilgiler; Türkiye’nin Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu gibi hiç mi hiç tekin olmayan bölgelerle çevrilmiş kritik konumu; “laiklik” penceresinden bakılınca akla gelen muhtemel tehlikeler; etnik milliyetçilik ve dolayısıyla “ayrılıkçı” vs hareketler; TSK’nın nasıl olup da “devletin” değil de “milletin ayrılmaz bir parçası” olduğuna ilişkin malum akıl yürütmeler; ve de tabii ki eskiden olduğu gibi bugün ve yarında yolumuzu aydınlatacak olan resmi öğretimiz Atatürkçülük’ün bir kere daha saygıyla hatırlanması.... Yani özetle, bir kere daha tek başına “sıkıcı” sıfatıyla ifade edilemeyecek, gerçekten “çok sıkıcı” hatta “bunaltıcı” bir konuşmayla karşı karşıyaydık. Sonra (önceki gün) Hasan Cemal’in (Milliyet) “Bağbuğ ve Koşaner’in konuşmalarından 15 nokta/ Türkiye’nin işi, değişime bu kadar kapalı zihniyetlerle gerçekten zor!” gibi bayağı uzun bir başlık altında yer alan yazısını okudum. Hasan Cemal’in yeni Genelkurmay Başkanı Koşaner’in “devir-teslim” konuşmasından seçtiği bölümler gerçekten de “bu zihniyetle işimiz zor” dedirten türdendi. Hasan Cemal’in bu yazısının etkisiyle olacak “Hadi bu yıl rejimi bozup hiç değilse Koşaner’in konuşma metnini ben de gözden geçireyim” dedim. İsterseniz, önümdeki metni okuma faslını bitirince vardığım sonucu çok kısaca şimdiden söyleyeyim: Haklıymışım (her zamanki gibi!), 2010 “devir-teslim” konuşmasının da bir, iki, üç, dört, beş, altı (...) yıl öncesi konuşmalardan hemen hiçbir farkı yoktu. Şaşırtıcı bir “süreklilik” doğrusu.... Yıllar geçiyor, yurt ve dünya inanılmaz biçimde değişiyor, ama T.C. Genelkurmay’ı her yıl neredeyse aynı metni tekrarlıyor. İyi durumlar için kullanılmayan şu sözü hatırlatır gibi sanki: “Yeni hiçbir şey öğrenmeden ve eski hiçbir şeyi unutmadan!” Org. Koşaner’in konuşmasında altını çizdiğim bazı bölümler şöyle: (...)Konuşmanın İran’la ilgili bölümü: “ - Diğer komşumuz İran’ın, nükleer programının amaçları ve niteliği konusunda uluslararası toplumdaki soru işaretleri devam etmektedir. Yaptırım kararlarına rağmen İran’ın nükleer programını sürdürmesi ve bunun sonucunda sorunun bir sıcak çatışmaya dönüşmesi ihtimali ülke güvenliğimizi ciddi olarak etkileyecektir.” Komutanın bu sözleri, Genelkurmay’ın Hükümet’in İran’a ilişkin yürüttüğü dış sanki politikadan habersizmiş gibi olduğu izlenimini veriyor. Genelkurmay sanki İran sorununa ilişkin olarak “5+1” olarak nitelenen ülkelerin görüşünü paylaşıyor. Yanlış anlaşılmasın; İran’ın –hem de “hızlı” adımlarla- nükleer silah üretimine doğru yol almasından ben de endişeliyim. Ancak bu ayrı bir konu; önemli olan İran söz konusu olduğunda Hükümet ve Genelkurmay’ın aynı politikayı benimseyip benimsemedikleri. “- Kıbrıs’ta, Türk ve Rum liderler arasında yapılan görüşmelerde, önemli görüş ayrılıkları olmasına rağmen sonuca ulaşma gayretleri devam etmektedir. Çözüme ilişkin olarak varılacak anlaşmanın, Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında ve Birleşmiş Milletler parametreleri çerçevesinde, adadaki gerçekler temelinde, iki kurucu devlet arasında tesis edilecek yeni bir ortaklık devletine ve iki ayrı halk ile iki ayrı demokrasinin varlığına dayandırılması esastır. Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlük haklarının ve askeri varlığının devam etmesi, tartışma konusu dahi olamayacak ana güvenlik konularıdır.” Komutan Kıbrıs meselesini böyle anlıyor, ama acaba Hükümet’in de düşüncesi bu yönde mi? KKTC eski Cumhurbaşkanı Talat, “iki ayrı demokrasi”den söz ediyor muydu. Talat’ın ısrarla vurguladığı “tek egemenlik” ilkesine bağlılık hâlâ geçerli ise “iki ayrı demokrasi”den söz edilebilir mi? Ayrıca, adadaki “askeri varlığın devam etmesi” konusuı Hükümet ve KKTC’deki hükümet ve diğer siyasi partiler de bu görüşü paylaşıyor mu? “Temelinde etnik milliyetçilik bulunan bu hareketlerle, demokrasi ve hukuk devletinin sağladığı hak ve özgürlüklerin arkasına gizlenerek, bireysel seviyede kalması gereken talepler siyasal alana taşınmaya çalışılmakta ve her geçen gün adeta devletle pazarlık yaparcasına, bu talepler bir adım daha ileriye götürülmektedir.” Genelkurmay’ın dışında Kürt sorununun teşhisi ve tedavisini bu çerçevede anlayan ve anlatan kaç kurum-çevre ve kişi kaldı? “Bir ulusu ulus yapan değerler, tüm vatandaşların paylaşacağı ortak değerler olan; dil, kültür ve ülkü birliğidir. Bu değerler ulusun bir arada tutulmasını ve bir arada yaşamasını sağlayan ortak değerlerdir.” Biraz daha gayret edilse Gökalpci –hatta “Stalinci!- bir “ulus” anlayışına düşülmeyecek mi? “Milletinin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri “millî ordu” olmakla gurur duyar ve gücünü milletinin ona olan güveninden ve sevgisinden alır.“ Problemli bir cümle daha. “Problem”, TSK’nın diğer ordularda gözlenmeyen biçimde, kendisini “milletin bağrından çıkan” bir kurum olarak takdim etmesidir. Oysa (bu hususu da kim bilir kaç kere hatırlattım) diğer ordular gibi TSK da bir “seferberlik” halini hatırlatırcasına “milletin bağrından” çıkmış “milletin ayrılmaz bir parçası” değil bir devlet aygıtıdır. “Ordumuz Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.” “Kürt birliğinin, Kürt kudret ve kabiliyetinin, Kürt vatanseverliğinin” gibi sözlerin hiçi olmadığı kadar havada uçuştuğu bir dönemde bu “ısrar”ın bir yararı olabilir mi?
Kürşat Bumin, Yeni Şafak, 31 Ağustos 2010 |
01.09.2010 |