Nejat EREN |
|
Aidiyet duygusu ve sorumlulukları |
‘Ne kadar çok çalıştığın, ne kadar yetenekli olduğundan ziyade görev yaptığın kuruma ait olup olmadığın önemlidir’ diyor düşünür Bensiyon Pinto. Eve, ister “aidiyet”, ister “benimsemek”, ister “sahip çıkma” duygusu diyelim, ne dersek diyelim, bir “kimlik tanımı” ve ona sahip olup onu taşıma ve şerefle sürdürebilme dünyadaki bütün canlı ve cansız varlıklar için gerekli ve lüzumlu. Kâinatın en mükerrem varlığı olan bir insan için ise; “Kim olduğu, niçin yaratıldığı, bu dünyaya geliş amacı, hangi kimlikle kâinatta yer kapladığı, vazife ve sorumlulukları” o derece önemlidir. Şuurlu bir canlı olan insandan beklenen ve istenen ise, çok daha önemli olan, çalışma ve kabiliyetten ziyade ait olduğu topluluk, camia ve kurumla ilgili olan “kimliğine” sahip çıkması, o kimliğin hakkını vermesi ve sorumluluğunun bilincinde hareket etmesidir, edebilmesidir. Ümmet olma kimliği, talebe olma hasleti ve özelliği bambaşka duygular gerektiren hadiseler. Özellikle bugünün dünyasında bütün yapı ve kurumlarda bu “aidiyet ve kimliğe sahip çıkma” çok daha ön plânda olan ve olması lâzım gelen bir önem arz etmektedir. Dünyevî işlerdeki ve büyük şirket ve holdinglerdeki müthiş mücadele ve dikkat isteyen “isim hakkı, patent, marka, rejon, misyon, vizyon.. vb” kavramlar günlük hayatta, bu alanda, olayın boyutlarını zaten gözler önüne seriyor. Her kuruluş ve kurumdaki kendini bilen, özgüveni olan, samimî ve saf bireyler; ait olduğu topluluk, kurum veya kuruluşun sancağı, bayrağı ve ismi altında bulunmak ve faaliyetini sürdürmek için amansız bir faaliyet ve gayretin içerisindedir. Konuyu “İslâmî” noktadan ve “cemaat” açısından ele alıp; “cemaat, meslek ve meşreb” tahtında düşündüğümüz zaman ise karşımıza büyük bir mükellefiyet getiren “şahs-ı mânevî” çıkmaktadır. İslâmî bir camiaya, hele de “Nur Camiasına” ait olduğunu iddia eden, bununla iftihar edip şeref duyan herkes o büyük sorumluluğu bütün zerrâtıyla hissetmeli, ona sahip çıkmalı, onun üzerine mesâi harcamalı, onun için nefsî arzu ve isteklerini gemlemesini ve gerekirse onlardan vazgeçmesini bilmelidir. “Nedir bu şahs-ı manevî? Tarifi, ölçüsü, kapsamı, sorumluluk ve mükellefiyetleri nelerdir?” denilecek olursa; konuyu yine kaynağından, özünden aktarmaya çalışalım. İşte Barla Lâhikası’ndan “şahs-ı manevî”nin şahane bir tarifi ve örneği: “Risâle-i Nur’un samimî, halis şakirtlerinin hey’et-i mecmuâsının (tamamının) kuvvet-i ihlâsından ve tesanüdünden (dayanışmasından) süzülen ve tezahür eden (ortaya çıkan) bir şahs-ı manevî bâkî ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir.” (Barla Lâhikası, s. 588/9; Mektup No: 284) Burada görüldüğü gibi olmazsa olmaz şart; “samimiyet, ihlâs kuvveti ve tesanüd”dür. Bu “şahs-ı manevî” dairesinde bulunan bir ferde düşen büyük sorumluluk ve şuur; camianın hangi kademesinde, neresinde olursa olsun, şahsî faziletlerini öne çıkarıp onunla övünmek ve onları bir imtiyaz olarak kullanmaktan şiddetle kaçınıp; işleyen makinanın bir çarkı olarak “aidiyetin” verdiği o büyük gücü ve sorumluluğu devam ettirme endişe ve gayreti olmalıdır. Bunun da tek bir çaresi var. “İhlâstaki o büyük ve ince sırrı” yakalayıp hayatımıza tatbik edebilmektir. Bunun için ise: “şahs-ı manevînin” gerekli kıldığı “aidiyet” fikrini sarsacak tavır ve hareketlerden kaçınmak, aksine buna kuvvet vermek, bunun için çalışıp, gayret etmek ve neticeyi de Cenâb-ı Hakk’a bırakmaktır. Her türlü menfîliği ve gayr-i meşrûluğu netice verecek söz, hareket, tavır ve haberlerden uzak; samimî, tesanütlü, halis, hasbî gün ve anlara talip olmayı hedeflemeyi Cenâb-ı Hak bizlere nasip eylesin İnşâallah. (Âmin.) Bulunduğumuz ay, günler, saatler ve anlar Elhamdülillâh ki bunu gerçekleştirecek fırsatlarla doludur. Cenâb-ı Hak “şahs-ı mânevî” dairesi içinde bulunan her bir ağabey ve kardeşimize bu büyük rahmet deryasından istifade etmeyi nasip etsin ve bizi bu şuur ve faydadan uzak etmesin (Âmin). Az bir ihmalin, küçük bir sapmanın, ufak bir su-i istimalin “şahs-ı manevî” bünyesinde onulmaz yaralar açacağı bunca tecrübeyle sabittir. Allah hepimizi şer kuvvetlerin, kötü huyların, nefsin esiri olmanın belâsından muhafaza etsin. (Âmin.) Aidiyet ve sahip çıkma hisleriyle dopdolu; ihlâslı, uhuvvetli, samimî, istikametli, sabırlı, tesanüdlü, dikkatli, fedakârlıklarla dolu bir hayat yaşama ve sürdürme dilek ve temennisiyle... NOT: Bin aydan daha hayırlı olan “Kadir Gecenizi ve mübarek Ramazan Bayramınızı” şimdiden tebrik eder, rahmete gark olmanızı Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim. 01.09.2010 E-Posta: [email protected] |