Ali Rıza AYDIN |
|
Alkış! |
Al, kırmızı, mor ışıklar nefse ne hoş geliyor! Sahnedeki vatandaş, birkaç kelâm ediyor. Arkasından bir alâyiş, çılgınca vurulan alkış; o an ki o tezahurat gözleri kör ediyor, başlar ise, divaneye dönüyor. Alkış: Kabarmanın en müessir ilâcı. Tavus kuşunun mizacı: Tavus kuşu, Cenab-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği rengârenk, pırıl pırıl tüylerine bakarak olabildiğince kabarır, yukarılardaki başını aşağıya eğip çınar kabuğuna benzeyen ayaklarının dokusunu görünce de, havası, “fıs” diye inermiş. Elbet takdir edilmek, emeğin ekmeğidir, suyudur; âb-ı hayattır ona. Ama, ışıl ışıl sahnenin, cazibesi tez biter. Bugün, tamam. Gel de sen, yarına bak; alkış vuran o zevâttan kaçı kaldı, yanında? Sabah olup akıl başa gelince, hayallerin bittiğini görünce kafa, sapma taşına “küt” diye çarpacak. Havalanan kanatlar birer birer inecek; birkaç saatlik saltanat ne de çabuk sönecek! Çünkü, ışık gitti, alkış bitti… Patladı balonlar bir, bir. Bu, bir örnek. Fakat bu hâl, hayatın her sahnesinde rastlanılan bir gerçek. “Şöhret, insanın malı olmayanı, insana mal eder.”1 Bu, hizmette de böyle, himmette de böyle. Hizmet eden ihlâs üzre değilse, birgün olup bir problem çıkıyor. Himmetini, Allah’ın rızasına yöneliş, Onun kendisine ihsan ettiklerinin tevzi edilişi ve Onun nâmına verilişi olarak göremeyen insanın çok geçmeden şakulü kayıyor. Pohpohlanan insanlar minareden düşerler. “Çok”lar, bir başına iş görmüyor. İllâki niyet, illâki ihlâs! Ama… Aması filân yok. Bu şeylerde tezahürat asla iyi gelmiyor. Önde gelen insanlar, “insan” ise gerçekten; insanın hâletine dikkat eder, evvelâ: “Ne diyor, ne istiyor, nereye sevk ediyor?” diye. Bunu sezmek onun için zor olmaz; hiç değilse boş yere de yorulmaz. Siyaset sahnesinde de durum, bu; yaşa, varol, alkışlar, ayyuka çıkarır seni. Bu yükseliş adım adım değilse, başkasının maksadına hizmetse, iş bitince işin biter, tez elden. İnsanı “limon gibi sıkarlar”, kabuğunu atarlar, şuradaki sepete. Mefkûresi olanlar, tabanı bulunanlar bu oyuna pek gelmez. Dar daire, bundan pek farklı değil: İşinizin gücünüzün olduğu dünlerde, işe yaradığınız günlerde aman ne çok dostlarınız bulunur. Eller seni havalara kaldırır, ummadığın “hava”lara daldırır. Mest olursun, mes’ut ettiklerinle birlikte! Para pul, yemek içmek ortalıkta gırla… Birgün gelip, grafikler düşünce; dönüp baksan, etrafında kimse yok! “Timur’un fili” hikâyesinde olduğu gibi… Şu hâlde, kanmamak, aldanmamak, havalanmamak gerekiyor. İsterseniz sözün burasında Yunus Emre’ye kulak verelim: “Miskinlikte buldular / Kimde erlik var ise. / Merdivenden ittiler / Yüksekten bakar ise.”2 Evet… “İnsanda büyüklüğün mikyası, küçüklüktür, yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı, büyüklüktür, yani tekebbürdür.”3 Demek, alkış malkış hikâye! Ayaklar basmalı yere…
Dipnotlar: 1- Said Nursî, Mektubat (yt), 802. 2- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yunus Emre, 74. 3- Said Nursî, Mektubât (yt), 807. 26.08.2010 E-Posta: [email protected] |