Osman ZENGİN |
|
Oruç ve namazdaki rahatlık |
Rahmet, mağfiret, bereket, af v.s gibi sıfatların bolca görüldüğü, tezahür ettiği Ramazan ayı, gerçekten bizim memleketimizde ayrı bir idrak edilir. İslâmın beş şartının birincilerinden olan oruca milletimizin verdiği değer bir başkadır. Devamlı namaz kılmayan insanımız bile, oruca karşı hassaslaşır o ayda. Teravih namazlarının müdavimi olur bir anda, hem de o ay boyunca. Gecenin bir yarısında, hem de uykunun en tatlı yerinde, yarı uykulu gözlerle, hangi güç kaldırıp sofranın başına oturtabilir o insanı? İşte, Rabbinin rızasını kazanmak buna denir. Ya, o cehennem sıcaklarında, aç-susuz on altı saat, sahura kalkamamış ise yirmi dört saat, akşama kadar beklemek, nerede var böyle bir şey? Hangi aşk bu insanı böyle yapabiliyor? Demek ki, Allah aşkı, Allah sevgisi böyle tarif edilir ancak. Ya Rabbi! Bu cehennem sıcaklarında Senin rızanı gözeterek aç-susuz, Senin emrettiğin, müsaade ettiğin saate kadar bekleyen kullarını cehenneme atma, cehennemden halâs eyle, uzak et İnşâallah! Açlıktan susuzluktan kıvranan biri, gözünün önünde annenin bebeğine yedirdiği sütün içine doğranmış bisküviyi görünce, istemeyerek de olsa heveslenmesi, sair zamanda dikkatini dahi çekmeyen o mamaya bile razı olması… Küçük yavrucuğun şapır şapır içtiği suya bakarak, dudaklarını yalaması ve bütün bu hallere sabır göstererek kazanacağı cenneti düşünmesi, ne büyük bir haz, ne büyük bir saadet değil mi? Mükâfatını Allah’tan bekleyerek tutulan bir orucun değerini bilmek, o insanı ne kadar da yükseltip terakkî ettiriyor? Akşam iftara bir dakika kalmış, suyu bardağa dolduruyor, ama içmeye izin yok ki daha. Mükellef bir sofradaki çeşitli yemek ve yiyeceklerin kokusu, burnunun ucunu yalayarak geçiyor, ama o yine dokunamıyor, emir yok, emre daha bir dakika var. Ve o an geliyor. Müslümanın Rabbine kavuştuğu ana denk gelen bir iftar sevinciyle orucunu açıyor. Hamdediyor, şükrediyor. “Ey nefis! Senin fir’avuniyetini kırıp, beni melekler seviyesine çıkaran oruç sayesinde başıma konan bunca talih kuşuna nasıl şükretmeyeyim ben?“ İftardan sonra bir rehavet çöküyor üzerine insanın. Akşama kadar yorgun argın bir halde bulunmuş zaten, o da üstüne gelince, şöyle bir uzanıp, keyfetmek geliyor içinden, ama deniliyor ki: “Haydi kalk, Rabbin için secdeye var!” Ve kalkıyor insan. Abdestini alıp, toplamda 33 rekât olan yatsı, teravih ve vitir namazlarını kılıyor. Düşünün şimdi, başka hangi güç kaldırabilirdi onu o rahat döşeğinden? Başka hangi güç, o saatte, o rehâvetin üzerine 33 defa “yatırıp kaldırabilirdi (!)” insanı. Ama o, sadece bir “yatıp kalkmak” değil işte. Aksine bütün o yorgunlukların, bitkinliklerin ve yemekten sonra gelen rehavetin devâsı, seni gerçekten rahatlatacak olan bir namaz, bir ibadet... Bediüzzaman der ki: “Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır.” Evet, Hz. Peygamber (asm) emretmiş bunu. Ama senin için tabiî. Neticesinde mutluluk var, saadet var bunun. İnsan kalkıyor ve otuz üç defa alnını secdeye koyuyor, ”Ya Rabbi! Hamdedilmeye lâyık, en büyük Sensin” deyip, emre uymanın rahatlığı içinde bir günlük Ramazan’ını bu şekilde geçiriyor. Eee, rızay-ı İlâhiye nâil olmak için melekleşip, melekleri taklit eden bu Müslüman’ı nasıl Cennet’ine koymaz ki Allah? Bizlerin; bu iyiliklere, güzelliklere, ihsanlara ermemize vesile olan on bir ayın sultanı, tekrar hoş geldin, safalar getirdin! 24.08.2010 E-Posta: [email protected] |