H.İbrahim CAN |
|
İran nükleer enerjiye geçti, peki biz? |
İran nihayet Buşehr nükleer enerji santralini resmen açtı. Petrol ve doğalgaz zengini İran, 1000 megavatlık bu santral ile elektrik enerjisi de satmaya başlayabilecek. İşin içinde Rusya olunca, Batı da fazla sesini çıkaramadı. Zaten çıkarması için bir sebep de yoktu. Biz bu açılışı buruk bir duygu içinde takip ettik. Elbette İran’ın Pakistan ve Endonezya’dan sonra İslâm dünyasında nükleer enerji üretebilen üçüncü ülke olması önemli. Tabiî kaynakların gittikçe azaldığı dünyamızda nükleer enerji üretir hale gelebilmek, ülkelerin enerji geleceğini teminat altına almaları anlamına geliyor. Burukluğumuzun sebebi; İran’dan daha önce nükleer enerji konusunda çalışmaya başlayan ülkemizde, hâlâ bu işi başaramamış olmamız. Bir yandan demiryolu ve deniz yolu gibi daha yeşil, daha ekonomik ve daha sürdürülebilir ulaşım yollarını yeterince değerlendirmeyerek, petrole bağımlılığımızı sürdürüyoruz. Öbür taraftan da doğal gaz çevrim santrallerinin sayılarının hızla artarak, pahalı ve dışa bağımlı enerji üretiminin yapılmasına göz yumuyoruz. Daha da vahimi, dışa bağımlılığının yanı sıra çevreyi kirletmesi açısından çok zararlı olan ithal kömüre dayalı enerji santralleri kurduruyoruz. Bütün bunların alternatifi olabilecek nükleer enerji santrali kurma işinde ise İran bile bizi geride bıraktı. Bizi dışa bağımlı kaynaklara mahkûm etmek isteyenler, yoğun bir propaganda ile kamuoyunun zihnini de kirletiyorlar. Çernobil kazası bahane edilerek, sanki nükleer enerji santralleri her an patlayabilecek, etrafını müthiş kirleten santraller gibi lanse ediliyor. Halbuki modern teknolojilerde gerek santrallerin güvenliği gerekse kullanılan yakıt atıklarının güvenli bir şekilde depolanmasında, riski sıfıra yakın düzeye indiren tedbirler alınabiliyor. Bu sözlerimizden Rusya ile yapılan anlaşma sonucu Rusların kuracağı nükleer enerji santralinin sorunsuz olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Anlaşmaya göre şirketin tamamen Rusların kontrolünde olması (yüzde 51’i doğrudan Ruslara ait olup geriye kalan yüzde 49’u istediği şirkete satabilecektir), onbeş yıl boyunca 12,35 sent ortalama fiyattan üretilen bütün elektriğin satın alınması şartının konulması (döviz fiyatlarının bu süre içindeki seyri nasıl kontrol edilecek?), atıkların muhafazasında öngörülen sistem gibi bir çok sakıncalı hüküm bulunmaktadır. En önemlisi de Rus teknolojilerinde santral ve atıkmaddelerin güvenliğine, diğer teknolojiler kadar önem verilmiyor olmasıdır. Meselâ; artık dünyada kimsenin nükleer atıkları kendi topraklarına kabul etmeyeceği dikkate alınarak, atıkların santralde güvenli bir şekilde depolanması teknolojisine yer verilmemesi bunun göstergesidir. Ancak defalarca ihaleye çıkılmasına rağmen, mahkemelerin devreye girmesi, siyasal istikrarsızlık vs sebeplerle şimdiye kadar bu imkândan yoksun kalan Türkiye’de bu konuda adım atılması ve ilk kez bu aşamaya kadar gelinmesi önemlidir. Elbette Türkiye’nin gerek hidroelektrik enerji kaynaklarını, gerekse rüzgâr ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını sonuna kadar kullanması şarttır. Ancak hızla sanayileşen ülkemizde, artan enerji ihtiyacının bu kaynaklarla karşılanması uzun vadede imkânsızdır. Bu açıdan eksik de olsa, anlaşmada çeşitli açılardan sakıncalar da bulunsa, enerji santralinin kurulması ve çalıştırılması önemli bir adım olacaktır. Bu yüzden komşumuzun başarısını takdir ediyor, kendi adımıza bunca yılı ve kaynağı kaybetmiş olmaktan dolayı üzülüyoruz. 24.08.2010 E-Posta: [email protected] |