Abdil YILDIRIM |
|
Kanatlar aşka uçmak içindir |
Kanat, varlıkları uçuran bir vasıtadır. Rabbim, uçma yeteneği verdiği her mahlûkuna, ona uygun bir kanat takmıştır. Kuşların kocaman kanatları olduğu gibi, böceklerin de minnacık kanatları vardır. Kelebeğin kanadı ince, narin ve ziynetli iken, kartalın kanadı oldukça güçlü ve azametlidir. Her birinin şekli, deseni, özelliği ve güzelliği farklıdır. Yani her kanatta bin san'at vardır. Kanat, ister zînetli olsun, ister azâmetli olsun, ait olduğu bedeni bir yerden bir yere taşımak içindir. Kanat sahibi nereyi isterse, kanat da onu oraya uçurur. En çok da sevgiliye doğru uçmak için kullanılır. Bir an evvel hasretin vuslata dönüşmesi için kanatlanmak gerekmektedir. İnsan da öyle değil mi? Sevdiğine doğru yola çıkınca, kanatlanıp uçmak istemez mi? Yollar ne kadar çetin, geçitler ne kadar dar, dağlar ne kadar taş yürekli olsa da, vuslat için her zorluğa göğüs gerilir. Sevgi, aşk makamına çıkmışsa, artık vuslat hiçbir engel tanımaz. Fakat bu aşk, mecazi değil, hakîki aşk olmalıdır. İşte o zaman aşk yolunda çekilen acılar âşıka lezzet vermeye başlar. Aşk ateşinin şiddeti arttıkça, âşığın duyduğu lezzet de artar. Tam lezzet almak için belki de tamamen yanmak gerekmektedir. Onun için âşık, ateşe doğru kanat çırparken, hiçbir zaman yanma kaygısı ve korkusu taşımaz. Mevlânâ Hazretlerine “Hamdım, piştim, yandım” dedirten aşk bu olsa gerektir. Söz gemisi aşk limanına uğramışken, üç büyük söz sultanının dizelerini aktarmak istedim. Şeyh Sadi Şirazî, “Aşka uçarsan kanatların yanar” diyor. Buna mukabil Hz. Mevlânâ, “Aşka uçmazsan kanat neye yarar?” diye aşk ateşinin cazibesini dile getiriyor. Yunus Emre de, “Aşka vardıktan sonra kanada ne gerek var?” diyerek sözü tamamlıyor. Bu üç büyük insan da büyük hakikatlerden, büyük aşklardan söz etmektedirler. Bu aşk öyle büyüktür ki, dünya ölçülerinin, hayat sınırlarının, beşerî ve mecâzî muhabbetlerin çok üzerindedir. Onlar pervane misâli yanmaktan lezzet alırlar. Onların maksatları, Mabutlarıdır. Mabudlarına kavuştuktan sonra, tenden de, candan da vazgeçerler. Bediüzzaman Hazretleri de ateşe doğru kanat çırpan bir âşıktır. Onun kanatları, ilimdir, cesarettir, feraset ve feragattir. Bu kanatlarla Kur’ân güneşine doğru uçar, pervane olur. İngiliz Sömürgeler Bakanı Gladstone’nin, “Bu Kur’ân Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, bu Kur’ân’ı sükût ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız” dediğini duyunca, Bediüzzaman’ın ruhunda volkanlar kaynamaya başlar. “Ben de Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez manevî bir güneş olduğunu dünyaya ilân edeceğim” diyerek Kur’ân güneşinin etrafında bir pervane olmaya karar verir. Bu hizmetin ne kadar meşakketli, çileli ve bu aşk ateşinin ne kadar yakıcı olduğunu bildiği halde, aşka doğru kanat çırpmaya başlar. Artık hayatını iman ve Kur’ân hizmetine adamıştır. Bu hizmeti ifa ederken, çekmediği cefa, görmediği eza kalmaz. Ama o bunların hiçbirisine aldırmaz. İnsanların imanını kurtarmak için kendini ateşe atmaktan hiç çekinmez. “Ben, cemiyetin îman selâmeti yolunda âhiretimi de fedâ ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmânını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistân olur.” Aşk, ateşle imtihandır. Bu imtihanı başarı ile geçenler aşka doğru uçanlardır. Kanatlarının yanmasından korkanlar, hakikî âşık olamazlar. Bir pervane kadar yürek taşımayanların aşktan bahsetmeye hakları yoktur. 24.08.2010 E-Posta: [email protected] |