Cevher İLHAN |
|
“Ramazan eğlenceleri…” |
Anadolu’nun şehidlerine ağladığı, şehid kanlarının yerde kaldığı süreçte, Türkiye’nin terörle mücadeleyi konuştuğu; ve “Recep Bey”le “Bay Kemal” sığ ve sathî atışması ortasında “havuzlu villa”dan “boy” ve “soy” tartışmasına varan ağır siyasî tahrik ve provokasyonlar arenasında gırla giden “Ramazan eğlenceleri”, toplumu sersemleştiriyor… Binlerce insanın can verdiği, milyonlarcasının evsiz ve perişan kaldığı sel felâketinde boğulan Pâkistan başta olmak üzere, sistematik bir katliamla karşı karşıya bulunan Irak, Afganistan ve Filistin’de hergün onlarca-yüzlerce sivil katledilirken; Türkiye’nin ve İslâm âleminin başında dışta ve içte bunca felâket ve musîbet varken, ne yazık ki mübârek Ramazan’da vur patlasın-çal oynasın şamata sürüyor… Ramazan’ın mânevî havasına, mübârek gün ve gecelerin mânâsına yakışmayan oyun ve eğlencelerle, Türkiye âdeta bir tavernaya çevriliyor…Yüzlerce vatandaşın bütün dünyanın gözü önünde kelepçelenip tutuklanarak aşağılandığı, dokuz sivilin göz göre göre katledildiği, el konulduktan ancak 73 gün sonra iâde edilen Türk Bayraklı Mavi Marmara gemisinin daha hesâbı sorulmazken, çoğu iktidar partisine mensup belediyelerin “yaz eğlenceleri”yle pervâsızca birleştirdikleri “Ramazan şenlikleri”, Ramazan’ın mâneviyatına ve kudsiyetine hürmetsizliğin açık bir tezâhürü oluyor… Çoğu terâvih saatlerine denk getirilen ve gece yarılarına kadar süren, çalgılı-şarkılı-danslı eğlence ve oyunlar, ekseriyetle meşruiyet sınırını aşan bir dizi lehviyatla devam eden eğlence furyası, sâdece Ramazan’a hürmetsizlikle kalmamakta, gençlerde ve toplumda ahlâkî aşınmayla her şeyi boş veren, mânevîyattan bîbehre, tînerci bir nesil türetmekte…
RAMAZAN’A HÜRMETSİZLİK… Büyük bir kısmı AKP’li belediyelerce tertiplenen herkese açık konser ve eğlenceler, siyasî iktidarın propagandası ve lansesi hesabına Ramazan’ın ulviyetine hâlel getirmekte. En muhâfazakâr kentlerde ve semtlerde bile, çoluk-çocuk cümbur-cemaat cezbeden “Ramazan festivalleri”, meşru sayılabilecek bazı “kültür ve eğlence programları” paravanında, bir dirhem muhataralı “mübâh”ın yanısıra, “ayın dükkânda kizb (yalan ve günâh) satılmakta.” Sürekli sefâhet ve müstehcenlikle muallel “popüler kültür” enjekte edilmekte. İbadet, dua, tevbe ve istiğfar zamanı olan Ramazan geceleri, oyun ve eğlence ile âdeta özdeşleştirilmekte… Bediüzzaman’ın zelzele gibi umûmî musîbetlere dair yazdığı On Dördüncü Söz’ün Zeyl’inde, âfetlerin celbine sebebiyet veren Ramazan’ın hikmet ve mânâsına hürmetsizliğin örneği olarak dikkat çektiği, “Ramazân-ı Şerîfin terâvih vaktinde, kemâl-i neş’e ve sürur ile (kendinden geçmişçesine bir serkeşâne bir sevinçle), sarhoşçasına, gayet heveskârâne şarkıları ve bâzan kızların sesleriyle, radyo ağzıyla bu mübârek merkez-i İslâmiyetin (İslâm’ın merkezi olan vatanın) her köşesinde câzibedarâne (çekici bir şekilde) işittirilmesi” irtikâb edilmekte… Resmî rakamlara göre 11-13 milyon, resmî rakamlara göre 20 milyonu aşan işsizlik vahâmetine karşı, belediyeler milletin trilyonlarını sözkonusu eğlence organizasyonlarına harcamakta… Özetle, 17 bin olarak ilân edilen, gerçekte 50 binden fazla insanımızın öldüğü 17 Ağustos Gölcük merkezli deprem mûsîbetinin yıldönümünde, ülkenin ve İslâm dünyasının ve insanlığın başındaki bunca felâkete, maddî ve mânevî musîbete bigâne bir kayıtsızlıkla sokakların, meydanların, stadyumların itildiği serkeşlik, gittikçe bir “toplumsal cinnet”e dönüşüyor. Bilhassa çocukları ve gençliği tehdit eden tehlikeli bir vartaya sürüklüyor. “İmdat!” işâretleri veren ahlakî dejenereyle şiddet ve vahşet, son yıllarda artan ve azan garip cinâyetlerle vahâmet boyutlarını aşıyor.
POPÜLİST “ŞİKÂYET” VAR, TEDBİR YOK! Had safhaya ulaşan saldırganlık ve şiddet sıradanlaşıyor ve yaygınlaşıyor. Sosyal hayat zehirleniyor. Meclis ve Millî Eğitim’in raporlarıyla, kötü madde bağımlığı, uyuşturucu ve içki kullanımı ilkokul seviyesine iniyor; “kırmızı alârm” veriyor. Türkiye uyuşturucu pazarı haline getiriliyor… Emniyetin ve Eğitim sendikalarının raporlarında, Türk Eğitim-Sen’in hazırladığı raporda açık açık, “Okullarımız, gençliğimiz ve geleceğimiz sigara, içki, uyuşturucu, müstehcenlik ve şiddet batağına sapmakta.” Vaka analizlerinde, “suç oranlarının ürkütücü bir biçimde arttığı” uyarısı yapılmakta. Gençler ve toplum, bizzat devlet eliyle, toto-loto, “millî” piyango, şans ve talih oyunları, sanal kumar tuzağına çekilmekte. Yüz binleri barındıran hapishaneler ağzına kadar dolup taşmış. Yetkililer, cezâevlerinde yer olmadığından, on binlerce suçlunun kasten yakalanmadığını ve dışarıda bekletildiğini belirtiyorlar. Ve bir tek sigara paketlerine el koyan Başbakan, “Uyuşturucu... Kuru, sulu; gençlik arasında ciddî bir yaygınlaşma var” diye şikâyetle kalıyor. “Eğer tedbir alamazsak, gençliğimizin geleceğini yok etmiş oluruz, elimizdeki nesli kaybederiz” ikazında bulunuyor; lâkin hiçbir tedbir alınmıyor. Referandum öncesinde siyasî rant hesâbına, halkın hoşuna gidecek sözlerle popülist demeçlerle geçiştiriliyor…Oysa devletin ve hükûmetin işi “şikâyet” değil, bu büyük tehlikeye karşı önlem almaktır. inzibatî ve maddî tedbirlerin yanısıra, mânevî ve ahlâkî tedbirleri devreye sokmaktır. Öncelikle devlet güvencesi altındaki ahlâkî bozuculuğa son vermektir… Unutulmamalıdır ki, siyaset referandumda ve seçimlerde birkaç oy fazla almaktan ibâret değildir… 20.08.2010 E-Posta: [email protected] |