H.İbrahim CAN |
|
Terör örgütünün eylemsizlik kararı |
PKK’nın eylemsizlik dönemi ilân ettiğini açıklaması ve bunun sürmesi için bazı şartlar ileri sürmesi çeşitli çevrelerde farklı tepkilere sebep oldu. Kimi çevreler devletin de buna karşılık vermesi gerektiğini, bunun barış sürecinin ilk adımı olacağı söylendi. BDP ise daha ileri gidip PKK’ya Başbakan Erdoğan’ın cevap vermesi gerektiğini söyleme cüretinde bulundu. Cumhurbaşkanı Gül ise, “Devlet teröristlerle pazarlık etmez” dedi. Son zamanlarda sivillere yönelik saldırılar yerine, askerimiz ve polisimize yönelik hain saldırılara yönelen PKK’nın bu tavrı uluslar arası kamuoyunda “terörist” safından çıkıp “özgürlük savaşçısı” konumuna gelme çabası olarak yorumlanmıştı. Şimdi ateşkes de aynı politikanın bir parçası olarak görülüyor. PKK’nın amacının ne olduğu, daha doğrusu bu örgütün kendi başına bir politika geliştirip geliştiremeyeceği tartışmalı bir konudur. Ancak ortada bir gerçek var; terör örgütünün elinden Kürt sorunu kozunu alabilmek için, açılımın temel özgürlüklere -ve bu çerçevede demokratik katılıma- yönelik adımlarının hızla ve yaygın bir şekilde atılması gerekmektedir. Habur yol kazasıyla fiilen kesildiği çoğu uzmanca kabul edilen demokratik açılımın, bu kez doğru aşamalarla yürütülmesi gerekmektedir. Bunda da ilk adımın terör örgütünün silâhlı militanlarının sınır dışına çıkarılması, bütün militanların listesini içeren ve suçlarına göre erken tahliyeden, yargılanmaksızın salıvermeye kadar hangi tür bir aftan yararlanacaklarını belirleyen af düzenlemelerinin yapılması, bu aşamadan sonra silâhsızlanmanın üçüncü devletlerin hakemliğinde gerçekleştirilmesi Kuzey İrlanda’daki IRA örneğinde başarıyla uygulanan çözüm aşamalarıdır. Ancak bu aşamalardan sonra, af kapsamında yer alan militanların ülkeye girişine izin verilebilir. Bütün bu adımların atılabilmesi için, devletin resmen muhatap almadığı terör örgütüyle bir tür müzakerelerde bulunması kaçınılmazdır. Zamanın İngiltere Başbakanı Major’a “IRA ile görüşüyor musunuz?” diye sorulduğunda “Teröristlerle görüşmeyi midem kaldırmaz” cevabını vermişti. Halbuki aynı tarihte istihbarat birimlerinin örgütle müzakere ve pazarlık halinde olduğu sonradan anlaşıldı. Türkiye’de de buna benzer bir sürecin işlemesi -hatta işliyor olması-kaçınılmaz ve tabiîdir. Eğer inisiyatif devlet tarafından ele alınıp, gerekli adımlar bir an önce atılmazsa, süreci terör örgütünün yönetmesi ve işine geldiğinde ateşkes ilân edip, işine geldiğinde terörü tırmandırıp, toplumdaki korku ve panik havasını güçlendirmesi kolay olacaktır. Terör örgütünün öne sürdüğü şartların ciddiye alınmayacağını biliyoruz. Ama devletin meşrû Kürt örgütleri ve toplum önderleriyle görüşerek, akamete uğramasıyla özellikle doğu ve güneydoğuda büyük hayal kırıklığına yol açan açılımın yeniden ve doğru adımlarla başlatılması şarttır. Bir yandan istihbarat ve operasyon zafiyetlerinin görüntüleri her olayda internete ve ekranlara düşerken, öbür taraftan ateşkesle inisiyatifi örgüte bırakmak, devletimizi zafiyet içinde gösterme riski taşımaktadır. Bu arada istihbarat birimlerinin tamamen teröre odaklanarak, planlanan bütün kirli tezgâhları ortaya çıkarması ve kirli elleri de teşhir etmesi, belli yerlerde tezgâhlanan kışkırtmaların faillerini ve bağlantılarını da açıklaması şarttır. Bugün ülkemize yönelik en büyük tehlike dışarıdan değil, bu etnik terörden gelmektedir. Öyleyse MİT dahil bütün istihbarî birimlerin bu işe odaklanması, yeni kurulan Müsteşarlığın istihbarat toplama, paylaşıp, operasyon planlama konularında etkin ve yetkin olarak kullanılması hemen sağlanılmalıdır. Artık anneler askere gönderdikleri çocuklarının hayatı için PKK’nın ateşkeslerine değil, devletin gücüne ve kararlılığına güvenebilmelidir. Kirli destek kanalları kesilen örgütün çözülmesi için çok büyük mücadeleye gerek kalmamıştır. Ama siyasî iradenin bu konuda kararlı olması lâzımdır. Bunun için de hükümetin referandum sonrası bütün siyasî riskleri göze alıp, demokratik açılımı hızla sonuçlandırmasını bekliyoruz. 18.08.2010 E-Posta: [email protected] |