Cevher İLHAN |
|
“Türban raporu” |
Referandum süreci hayhuyunda bilhassa temel hak ve hürriyetlerle ilgili Türkiye’nin gerçek gündemi ne yazık ki yeterince tartışılmadan harcanıyor. Bunlardan biri de dinî bir vecîbe olan başörtüsü üzerindeki kanunsuz yasağının kaldırılması… CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, başörtüsü konusunda parti yetkililerine “türban raporu” talimâtı, bu açıdan kayda değer. Zira özellikle dinî özgürlüklerin toplumun temsilcisi siyasetin mutâbakatıyla temini, demokratikleşme ve toplumsal barış açısından fevkalâde ehemmiyetli. Çeyrek asrı aşkın tek parti diktasının ardından iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk icraat olarak İslâm’ın şeâirlerinden Ezân-ı Muhammedînin aslına çevrilmesinde olduğu gibi, başta Halk Partisi olmak üzere diğer partilerin desteğini alıp Meclis’in ortak kararı haline getirmesi, hak ve özgürlüklerin başında gelen inanç ve ibâdet hürriyetinin siyaset ve devletçe benimsenmesi bakımından oldukça önemli bir örnek... Bu hususta Bediüzzaman Said Nursî’nin daha Cumhuriyetin başında Meclis’te neşrettiği beyannâmedeki “Şu inkılâb-ı azimin (büyük inkılâbın) temel taşları sağlam gerek” teklifiyle, millet irâdesinin temsilcisi olan Meclis’in ve devletin mânevî şahsiyetinin milletin değerleriyle barışık olması, mânevî ve ruhî ihtiyaçlarını karşılaması gerektiği, aksi halde devlet-millet diyalogunun kesilmesiyle, birlik bağının kopmasıyla, milletin tefrika ile kamplara ve kutuplara bölünmesi vâhim bâdirelere sürükleneceği uyarısı kayda değer. Meclisin milletin mânevî şahsiyetiyle uyumlu olmadığı takdirde vatanın ve milletin birlik ve bütünlüğünün tehlikeye girdiği ve Cumhuriyetin “mânâsız isim ve resim”den ibâret kalacağı ikazının akıbeti, yakın siyasî tarihle meydanda…
DİYANET’İN KARARLARI… Bu çerçevede, dönemin iktidar partisinin “ikinci adamı” Halk Partisi Kâtib-i Umûmisi Hilmi Uran’a yazdığı mektupta ve diğer lâhika mektuplarında, devlete ve devleti yönetmeye tâlip bütün siyasî partilere milletin değerleriyle musalahayı, ülke menfaatlerinin yanısıra, kendi menfaatleri ve siyasetleri için tavsiye eder. (Emirdağ Lâhikası, 191) Bediüzzaman’ın bu tavsiyeleri, yalnız Halk Partisi’ne değil, bütün siyasî partilere, siyasetçilere, hükûmetlere ve devletedir. CHP’nin “başörtüsü teşebbüsü”nün, Bediüzzaman’ın mezkur beyânları istikametinde olması lazım. “Çarşaf açılımı” ve bir belediye başkanı adayının “Kur’ân evleri” projesi ile Baykal’ın Nisan ayındaki “Kutlu Doğum Haftası”nın açılışında, Peygamberimizin getirdiği Kur’ân’ın insanî değerler mesajın insanlığın insan hakları, cihanşümûl hukuk ve hürriyetlerle insanlığa barış ve mutluluk getirdiği ifâdelerinin istikâmetinde olması gerekli. En son Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın da dikkat çektiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında hakkında hiçbir yasaklama hükmü bulunmayan başörtüsü hakkının hiçbir tağyire tabi tutulmadan, yasaya gerek duyulmadan demokratik irâde ile edinilmeli. Bu konuda çalışmayı yürüten CHP Parti Meclisi üyesi Sencer Ayata’nın ileri sürdüğü, hükûmetin Leyla Şahin davasında tıpkı yasakçılar gibi başörtüsünü “laikliğe aykırı”, “gerginlik sebebi” ve “siyasî simge” görüp yasağı onaylayan AKP hükûmetinin Strasbourg’a gönderdiği savunmayla şaşırttığı “AİHM’in türban kararı”na atıfla incelenmesi, daha baştan bu temel hak ve hürriyeti çıkmaza sokuyor. “Din adamlarıyla da toplantı yapacağız” diyen Ayata’nın, dinî bir gereklilik için din adamlarının görüşünü alması elbette olumlu. Ancak, başörtüsünün dinî vücûbiyetini sulandırmayı hedef alan saptırmalar bir işe yaramaz… Âyetlerle ve Peygamberimizin hadisleriyle “Allah’ın emri”; ve devletin din işleri”yle ilgili yetkili anayasal kurumu Diyanet’in Din işleri Yüksek Kurulu’nun fetvâ kararlarıyla “dinî bir vecîbe” olduğu ortada olan başörtüsünü, “türban” adı altında şeklinin “uzlaşma”ya havale edilmesi, yüzbinlere ulaşan ve her yıl binlercesi eklenen mağduriyetleri gideremez…
SİYASETİN YAPACAĞI… Siyasetin yapacağı, dinî bir vecîbenin dinî yönünü tartışmak değil, hak ve özgürlüklerin yaşanmasının önünü açmaktır. İslâm’ın iki temel referansı olan Kur’ân’da ve Sünnet’te şekli ve farziyeti belirlenen ve on dört asrı aşkındır bütün İslâm âlimlerinin ittifakıyla tesettürün bir parçası olarak takılan başörtüsüne dayatılan yasağın, siyasî ve indî mülâhazalarla sürdürülmemesidir. Öncelikle Anayasa’nın, 24. maddesindeki “din ve vicdan hürriyeti” hakkına ve 42. maddesindeki, “kimsenin eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamayacağı” hükmüne; devletin bu alandaki görevine ve ödevine göre, başörtüsü hakkının gasbına son verilmesidir. Bütün insan hakları bildirgelerinde ve Anayasa’da yer alan inancı yaşama hakkının bir gereği olarak, Avrupa İnsan Hakları Ek Protokolü ikinci maddesindeki, “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz; devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken,—anne ve babaların çocuklarına— vatandaşların dinî ve felsefî inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir” esasına göre öncelikle üniversitelerde dayatılan yasadışı yasağın kaldırılmasıdır. “İnanç hakkı”nın “eğitim hakkı”yla takası ucûbesinin sonlandırılmasıdır. “Türkiye’nin AB Müktesebatının Üstlenmesine İlişkin Ulusal Programı”nın başında taahhüd edilen siyasî kriterlere göre, “Vatandaşların felsefî inanç ve dinine bakılmaksızın, tüm insan hakları ve temel özgürlüklerden tam olarak yararlandırılması, düşünce, vicdan ve din özgürlükleri”ni sağlanmasıdır. “Türban raporu”nun akıbetsiz kalmaması için… 26.08.2010 E-Posta: [email protected] |