Hakan YALMAN |
|
Bir niyetlik itikaf |
Değişen şartlar içinde hayat da farklı bir tarz almakta; hem sosyal anlamda, hem de ferdî planda farklılıklar önümüze çıkmaktadır. Meselâ Hazret-i Âdem (asm) ile Hazret-i Muhammed (asm) muhtemelen çok farklı hayat tarzları içinde yaşamışlardır. Yine ikisi arasında gelen binlerce peygamberin hayat tarzları ve yaşadıkları zaman dilimleri, sosyal şartları birbirlerinden çok farklı idi. Ancak asıl ve öz söz konusu olduğunda hep aynı hayatı, hakikatinde aynı mânâyı hedefleyen süreçler yaşadılar. Bu, zaman, şartlar ve asırlar içinde hiç değişmeyen bir gerçek, insanın kulluğu ve Rabbi’ni tanıması gereği idi. Bu atların, çadırların, avcılıkla beslenmeyi gerektiren bir hayatın temel gerçeği olduğu gibi uzay araçlarının, gökdelenlerin ve hızlandırılmış gıda üretim teknolojilerinin şekillendirdiği bir hayatın da temel gerçeği. Aslında gelmiş geçmiş bütün insanlar nasıl yaşadı ise yaşadı ama hep aynı şey için yaşadı. Hayatın doğrularını belirlemesi gereken de bu temel gerçek olduğuna göre, yine temel doğruların zamanlar üstü olduğundan ve bütün zamanları içine almasının gerekliliğinden söz edebiliriz. Doğru hâlin ve olması gerekenin insanın keyfine göre olmayacağı ya da olması gerekmediği kabul edilmesi gereken çok önemli bir noktadır. Bu kabul edilmezse olayların ferdin dünyasında yansıması pek çok zaman sıkıntı kaynağı olabilir. Hayatı anlamaya çalışırken ve olayları doğru zeminine oturtma arayışı içinde zıtlıkların iç içe olduğu bilgisinin doğru zemine oturtulmaması durumunda, olaylar da doğru anlamını bulamayacaktır. Bu nedenle olsa gerek; fert, yaratılan ile kendi doğruları ve beklentileri arasındaki uyumsuzluktan dolayı zaman zaman kâinatı, dolayısı ile yaratılanı ve Yaratan’ı sorgulamak zaaf ve yanlışlığına düşebilir. Bu anlamda varlığı doğru zeminine oturtmak ve doğru anlamlandırmak çok önemlidir. Günlük yaşantıyı değerlendirirken, acımasız katliâmların, menfaat çatışmalarının, işkencelerin, kısacası insandaki sınır tanımaz gadabî ve şehevî kuvvelerin uçlarda tezahürlerinin ortasında en uç zıtlıkları yaşarken zaman zaman varlığın kesretinden ve boğuculuğundan çıkıp bu manalar düşünülmezse büyük bir karamsarlık ve ruh çöküntüsü yaşanabilir. İnsanlık adına en uç şeylerin yaşandığı, iyilik ve kötülük nâmına en çarpıcı görüntülerin sahnesi olan şu âlem, her şekli ile esmâ hasıl etmektedir. Nazarlar fıtrî halleri olan işleyişin gerisindeki esmâya yönelmezse, varlığın ismî boyutu ile gölgelenir ve o nazarların gerisindeki ruhlar kararır. Oysa varlığın aslı ve özü esmâdır. Esmâ ise hep aydınlıktır ve hep güzeldir. Tek yapılması gereken güzel düşünmek ve güzel görmek olmalıdır. Olayları yaşarken insan, belirleyen ve yapan konumunda olmadığını, gözleyen konumunda olduğunu unutmamalıdır. Bu gözlemi yaparken de varlık denen tabloyu ortaya koyan Zât’ın isimleri ile irtibatlı olarak kâinatı algıladığında, isimlerin güzelliğine itimat ve itikattan varlığın geneline yansıyan bir sevgi hâli ve herşeyin işleyişine güven duygusu ile bakmak insan psikolojisinin en sağlam dayanak noktası olacaktır. Bu bakış açısı hem bütün nesneleri içeren ontolojik güvenin kaynağı olacak, hem de ferdin iç dengelerini sağlam bir zemine oturtan bakış açısı iç huzurun da en sağlam dayanağı olacaktır. Tam bu noktada ve içinde bulunduğumuz şu günlerde büyük bir farklılık ifade eden itikâf sünneti, insanın özüne dönüş ve gerçek anlamını idrak etme, çok yoğun geçen hayat içinde hakiki gerçekliğini hatırlama anlamında büyük bir fırsat olacaktır. Bu ibadetin aslını oluşturan hâl, dünyamızı şekillendirmiş farklılıklardan, mekânlardan, sözlerden ve müziklerden uzaklık, kısaca kesretten uzaklık ruhun ziyadesi ile ihtiyaç duyduğu bir hâldir. Ramazan’ın imkân verdiği nefis terbiyesi ve ruhun hayat mertebesine yükseliş sürecinin zirvesine doğru hızlı bir yükseliştir. Sanal dünyalar, binlerce televizyon kanalları, modern hayatın ortasında şahsına biçilmiş rolün ağırlığı ve yoğunluğu ortasında bunalan ruhlara uhrevî âlemlere açılan bir pencere ve teneffüs için bir menfezdir. Yine aynı hayat şartları sebebiyle on gün bir ibadet mekânına kapanma ve öze dönme süreci yaşamaya imkân bulamayanlar bu güzel atmosferden mahrum kalmamalıdırlar. Bu, niyetimizin amellerimizin temel ruhunu belirliyor olması hükmünden hareketle o güzellik ve ruhânîlik atmosferine dahil olmamız şeklinde mümkün olabilir. Bu dönem içinde her cami, mescid ya da ibadet ettiğimiz mekâna girişte itikafa niyet edebiliriz. Hatta bu anlamda biraz geniş düşünüp, Üstadın kuşatıcı bakışı ile güne başlayıp, yeryüzünü bir mescid şeklinde algılamakla sabah yatağımızdan kalkarken itikafa niyet edebilir ve günümüzü itikaf psikolojisi ile ve daha öze dönük bir ruh hâli ile geçirme gayreti içinde olabiliriz. Hatta bu duyguyu biraz daha zaman ve mekân ötesi hissedip, kendimizi, mihrabında ümmetine ve bütün peygamberlere Kur’ân dikte eden bir mukabele-i saadet hâlindeki Hazret-i Muhammed’in (asm) de içinde bulunduğu bir arz mescidinde hayâl edebiliriz. Sabah evden bu ruh hâlini kendimize öyle kabul ettirmiş olarak çıkabiliriz ki; evrakların ortasında, klavye başında, direksiyon başındayken, ev süpürüyorken, çocuğumuzun bezini değiştiriyorken, bulaşık yıkarken ve günlük hayatın her türlü halinde hep o geniş mescidde ve Nebî Aleyhisselâtü Vesselam ile birliktelik ruhu ile yaşarız. Bu aslında Âlemlerin Rabbi ile birlikteliği hissetmenin zirvesidir. Üstelik bütün bu güzellikleri yaşamak için her şeyin çok zor ve pahalı elde edildiği şu zamanda gereken tek şey, niyet. O halde neyi bekliyoruz? Hadi şu son satırı okur okumaz samimi bir itikafa niyet edelim. 31.08.2010 E-Posta: [email protected] |