Cevher İLHAN |
|
Terör şantajıyla “özerk Kürdistan” şartı… |
Başbakan Erdoğan’ın “Hükûmet İmralı ile görüşmez, bu şerefsizliktir, devlet görüşür” garip açıklamasıyla, en iddialı olduğu konuyu “devlet kurumları”nın üzerine atması, terörle mücadelede “yetki ve yöntemi” gündeme getiriyor. Ve Öcalan’la “kim, neyi görüştü?” istifhamları ortasında, “devlet ya da hükûmet teröristbaşı ile görüştü de ne oldu?” sorusunu sorduruyor. Gerçek şu ki, Öcalan’ın yakalanmasından bu yana, özellikle son sekiz yılda sıfır devralınan terör daha da tırmandı. Saldırılar ve baskınlar, karakollardan askerî birliklere ve üslere vardırıldı. Şehidlerin sayısı arttı. Anaların gözyaşları dinmedi. Daha da vâhimi, etnik tefrikaya dayalı kamplaşma ve kutuplaşma derinleşti. Gelinen vetirede, içteki ve dıştaki terörist unsurları “tehdit” ve “şantaj” maksadıyla “siyasallaşma” maskesiyle bir koz olarak elinde tutup kullanmakta… Öcalan referandum öncesi 1 Haziran’daki “terör şantajı”na benzer yine tehditler savuruyor. “Eylemsizlik” sürecinin bitmesiyle yeni bir çatışma döneminin başlayabileceği, hatta orta-yoğunluklu bir savaş gündeme gelebileceği, terörün sadece kırsalda değil, şehir merkezlerine de sıçrayacağını söylüyor. Açık açık “İki halk karşı karşıya gelir, orta-yoğunluklu bir savaş gündeme gelir, yüzlerce kişinin ölümüne yol açar; tehlike büyüktür, herkesin dikkatini çekiyorum” diye cezâevinden uyarıyor! “Devlet ile görüştüğünü” ifşa edip, “görüşmelerin tarihsel arka plânı olduğunu” anlatıyor. Özetle “demokratik ve kültürel haklar” paravanında milletin ve vatanın bölünmesine varan “özerklik” taleplerini fütursuzca sıralıyor…
“TEFRİKA PLÂNI” DEVREDE Diğer yandan PKK’nın beş haftalık “geçici eylemsizlik kararı”nın akabinde, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) “sonuç bildirgesi”nde, “ateşkes”in sürekli olabilmesi için koşulan “beş şart”ta Öcalan’ın “yol haritası” yineleniyor. Ayrı bayrak, ayrı meclis, ayrı hükûmet; mâliyeden sağlığa, spordan, eğitimden, din işlerine dek ayrılık önergesi kopyalanıyor. Hatta “öz savunma” tâbiriyle Öcalan’ın “Kürtlerin örgütlenip kendi kendini savunması” diye, dağdan inen teröristlerin görev aldığı “özel güvenlik gücü”nün kurulması teklif ediliyor. Keza aynen terörist başının ağzıyla “terör kartı” kullanılıyor. 13 Eylül’e kadar süre verilen “süreli eylemsizlik”, örtülü bir biçimde “kanın yeniden akması” şantajıyla dayatılıyor. Her ne kadar “yüzde 10 barajının kaldırılması”, “terörle mücadele yasasının değiştirilmesi” gibi bazı “demokratik talepler”le kamufle edilse de, “Öcalan’ın başmüzâkereci olarak rol oynaması”, müzâkere şartlarının başında ileri sürülüyor. PKK’nın sivil kanadı KCK operasyonlarında tutuklanan yargı önündeki zanlıların kayıtsız-şartsız serbest bırakılması”, “etnik kimliklere vurgu yapılan “yeni anayasa” ve diğer “şartlar”, “demokratik Türkiye” söylemiyle “özerk Kürdistan” projesinin önü açılıyor. Aslında “bildirge”de, “DTK, devlet, hükûmet, Öcalan ve PKK başta olmak üzere çözüme katkı sunabilecek herkesle diyalog ve müzâkerede bulunmayı amaçlayan politikalar” olarak nitelenen “Kürt Ulusal Konferansı”nın “çalışmalarına” atıfta bulunularak “tüm Kürtleri inanç, mezhep ve sınıf farkı gözetmeksizin bir araya getirme”den bahsedilmesi, sözü edilen “özerkliğin” ipucunu veriyor… DTP-BDP ve DTK sözcülerinin, referandum bahanesiyle ortaya attıkları “talepleri”nde “ayrılık emeli” olmadığı belirtilse de, sonuçta milleti ve vatanı ırkî ve bölgesel farklılıklar üzerinden ayrıştıran, tefrikayı körükleyen “plân”ın adım adım devreye sokulduğu görülüyor.
“KAVMİYETÇİLİK” FRENK İLLETİ Kısacası, topyekûn vatan sathında bütün vatandaşlar için demokratik hak ve hürriyetlerin gelişmesi yerine, “özerklik” maskesinde “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve demokrasinin yerelleştirilmesi” maskesinde önce millet, sonra ülke dilimlenmek isteniyor. “Kürt kimliğinin tanınması” perdesinde “Atatürkçülüğün Kürtçesi” olarak “ulus devlet modeli”nin yeni bir versiyonuyla etnik tahrikle “yeni bir ulus” inşasıyla “Kürd ulus devleti”nin temrinleri yapılıyor. DTP eşbaşkanlarınca “idârî taksim” diye, üç-dört ilin bir araya getirilerek Türkiye’nin 23 veya 26 bölgeye taksimiyle “federatif sistem” teklif ediliyor; eyâletlere ayrıştırılıyor. Tıpkı bir asır öncesinde olduğu gibi “Kürt sorunu”, demokratik hak ve hürriyetleri, kültürel hakları aşan, “Kürt kimliğinin anayasaya girmesi”yle tanımlanıyor. Irkî tefrika üzerinden ecnebilerin parmak karıştırmalarına zemin hazırlanıyor. İfsad şebekelerinin oyununa geliniyor. Bediüzzaman’ın geçen asrın başında çözümü “adem-i merkeziyet”te gören Prens Sabahaddin’e verdiği cevapta ifâdesini bulan, Avrupa kâfir zâlimlerinin zulümleriyle, Kur’ân’ın aleyhine, İslâm âlemine ve hilâfet merkezi Osmanlı’ya ihânetleriyle su-i kast plânları yeniden devreye sokuluyor. Dünün “tavâif-i mülûk”e varan “muhtariyeti”, bugünün “özerklik” kılıfıyla ülkenin devletçiklere parçalanması vartasına düşülüyor. “İftirak projesi” fitne ateşine odun atılıyor. (Eski Said Dönemi Eserleri, 108-109; Kastamonu Lâhikası, 17; Şuâlar, 619) Oysa Osmanlıyı dağıtan ütopik “kavmiyetçilik” üzerine kurulu Frenk illeti, barış ve huzur getirmez. Dahası demokratikleşmeyi sabote eder; kimseye faydası olmaz, en başta Kürtlere… Peki, bunu bile bile PKK-BDP ve DTK, neden “özerkliği” şartlarının başına koyuyor? 31.08.2010 E-Posta: [email protected] |