Recep TAŞCI |
|
Yitip giden umutlar |
Çarşaf, çarşaf ilânlar... TV kanallarında ikna seansları... Boy boy reklâmlar... Kafeteryalar, restorantlar, kapalı-açık yüzme havuzları, fitness center, sqash salonu, sauna, Türk hamamı, amfitiyatrolar... Kişi sayısına ve manzarasına göre değişen oda fiyatları. Tatil köyü ya da beş yıldızlı otel tanıtımından bahsetmiyoruz. Bahse konu olan vakıf üniversiteleri. Kayıtlar başladı ya… Kıyasıya bir rekabet içinde öğrenci kapma yarışındalar. Yasa gereği kâr gayesi güdemezler. Ama ücretler astronomik. Hak yemeyelim. Sadece vakıf üniversiteleri değil, ana okulundan itibaren eğitimin her basamağı ticarileşmiş, iştah kabartan büyük bir pazara dönüşmüş. Özel okullar, dershaneler, özel öğretmenler velilerin ceplerini boşaltmak için sıraya dizilmişler. Ana babalar dünden razı. Yeter ki çocuklar... Kaliteli eğitim veren bir okula kapağı atabilsin. Tek çıkış yolu görünüyor. Öyle sanılıyor. Sonrası... Her yüz yüksek tahsillinin 30’u işsiz. Sarf edilen paraya mı yanarsın, boşa geçen zamana mı? Ya yitip giden umutlar, hayaller... Bu yarayı deşmeyelim. Üniversitelere dönelim. Üniversiteler sadece meslek edindirmezler, esas itibariyle bilim üretilen mekânlardır. Bunun için; Elverişli fizikî ortamların yanı sıra kaynak da gerekir. Daha önemlisi sistem ve zihniyettir. Bilim özgür iklimde yetişir. Eleştiri, hoşgörü, serbest tartışma gıdasıdır. Kalıplaşmış düşünceler, tabular, bağnazlık, önyargılar soldurur. Dedikodu, entrika, kıskançlık, kapris öldürür. Riyakârlıktan ve yalakalıktan hazzetmez. Tembellik en büyük düşmanıdır. Çalışmak esastır. Liyakat ilâcıdır. Adil bir ödüllendirme ve cezalandırma sistemi şarttır. Kimse akademik ünvanına güvenerek yan gelip yatma imtiyazına sahip olmamalıdır. Mesaisini araştırmalarına ve öğrencilerine hasretmeli, derslere bizzat girmelidir. Alt üst ilişkisinde yapıcı, saygılı, verici olmalı, araştırma görevlilerini köle gibi kullanmamalıdır. Araştırma görevlilerinin atanmasında inanç, ideoloji ve torpil asla rol oynamamalı, hakedenler seçilmelidir. Bilimsel amaçlı yurtdışı çalışmaları desteklenmeli, ancak turistik seyahate dönüşmesi engellenmelidir. Bütün öğretim üyelerinin yıllık faaliyetlerini gösteren raporlar titiz ve objektif bir şekilde saygınlığı herkesçe kabul edilen bir birim tarafından değerlendirilmeli, çalışmaları yetersiz görülenlerin iş akdi yenilenmemelidir. İşte bu şartlar mevcutsa üniversiteler bilim yuvaları olabilir. Bizdekiler mi? Resmî, özel sayıları 160’ı aşmış. Değerlendirmek bize düşmez. Yalnız aklımıza takılan bir iki soruyu sorabiliriz. Meselâ... Üniversitelerimizden dünya klasmanında sıralamaya giren var mı? Bilim ve teknolojiye katkıları nedir? Uluslar arası itibara sahip bilim dergilerinde Türk bilim insanlarının makaleleri ne ölçüde yer alabiliyor? Ses getiren araştırmalar yapılabiliyor mu? Uzatmayalım Cevaplar tatmin etmiyorsa oturup düşünmeliyiz. Yanlışımız, noksanımız nerede? Sorun para ise, her türlü fedakârlığa katlanalım, icap ederse boğazımızdan keselim kaynak ayıralım. Esasında kamu harcamalarında israfın diz boyu olduğu, yılda 50 milyar TL faiz ödendiği, silâhlanmaya milyarların akıtıldığı dikkate alındığında paranın sorun olmaması gerekir. Biraz tasarruf kâfi. Zihniyetse ... Değiştirelim. İnançlarla uğraşmayalım. Artık üniversitelerimiz başörtüsü yasaklarıyla anılmasın. Bireyin hak ve özgürlüklerine saygı duyalım. Şekilcilikten ve ön yargıdan vazgeçelim. Zor, ama başarmalıyız Başka çare yok. Tarih şahittir ki; Bilim üretemeyen toplumlar ikinci sınıf olmaya mahkûmdur. Sanayileşme trenini kaçırdık, bari bilim yarışında yaya kalmayalım. Şatafatlı binalarla, sosyal tesislerle göz boyamayalım. 06.09.2010 E-Posta: [email protected] |