Raşit YÜCEL |
|
Uzak diyarlar ve Nurs Köyü |
Kuşların uçmadığı ve kervanların geçmediği bir köy idi. 1878 yılında bir çocuk dünyaya gelmişti. Ana sütü kadar saf ve sade bir hayat yaşayan anne ve babası, onu müstesna bir hassasiyet ile yetiştirdiler. İşte Nurs Köyü, böyle bir ailenin yaşadığı bir şirin belde. Yıllarca bir çok defa gidip ziyaret ettim bu güzel mekânı. TRT’nin “Uzak Diyarlar” adlı 15 dakikalık programını izlediğim zaman gözyaşlarımı tutamadım. Yeni nesil belki bu duygumu anlayamazlar. Bizler gençliğimizi o yasaklı dönemlerde yaşadık. Bu güzel müjdeleri hissediyorduk, ama ne zaman geleceğini bilemiyorduk. “Kardeşlerim, merak etmeyiniz, o Nurlar parlayacaklar” diye sesleniyordu uzaklardan Üstad. Ve Nurlar gerçekten parlamıştı. Dünya dillerine çevrilen kaç eser var bilemiyorum? Anne adı Nuriye idi, köyü Nurs, yazdığı eserlere Nur Külliyatı adını vermişti Bediüzzaman. Bu köye her gittiğimde beni müthiş bir duygu seli kaplar. Akrabalarının anlattığına göre, kardeşi Muhammed Okur, o zamanlarda köyün imamlığını yapmaktadır. Son Cuma namazını kıldırmadan önce hutbede cemaatten helâllik diler ve sekerât anında çevresindekilere bir anda “Ne oturuyorsunuz? Seyda, babam, Abdullah ağabeyim geldi” der, çevresindekiler şaşırır ve ruhunu teslim eder. Bu hadiseyi, Üstadı ziyaret eden bir talebesi, Üstad’a anlatır ve Bediüzzaman “Evet kardeşim biz o zaman orada idik” der. İşte Nurs Köyü böyle bir köydür. Asildirler, izzetlidirler. Yine bir ziyaretimizde, Ebubekir kardeşimiz bir koli şeker aldı Nurs’a giderken. Bunun hikmetini gidince anladık. Meğer çocuklar para olarak hediyeyi kabul etmezlermiş. Bu köyün ziyaretçisi eksik olmaz. Yine böyle bir ziyarette Ebubekir kardeşimin beyanına göre, Hollandalı bir Nur Talebesi köye ziyarete gelir, kiraladığı bir münibüs ile. Ziyaretini yapıp dönerken, yol kenarında bekleyen bir Nurslu’yu görürler. “Neden bekliyor?” diye el kol hareketi ile şoföre işaret eder. Şoför “Hizan’a gidiyor, alalım mı?” der ve onu da alırlar. Yine işaretler ile çat pat Türkçesi ile sorar binen yolcuya: “Üstadı biliyor musun, eserlerini okudun mu?” Yolcu ise “Biliyorum, ama kitaplarını okumadım” der. Bu cevaba muhatap olan Hollandalı Nur Talebesi birden şaşkınlıkla birlikte celâllenir, “Dünya okuyacak, sen okumayacaksın, ben bunun ile aynı araçta yolculuk yapamam” der ve şoföre “Söz verdik, bunu aldık, fakat bunun ile ben aynı araçta yolculuk yapamam, bunu Hizan’a götüreceksin, tekrar geleceksin beni götüreceksin” der. Şoför ikna etmeye çalışır, fakat ikna olmaz ve “Dünya okuyacak, bu okumayacak” diye defalarca tekrar eder. Ve dediği gibi olur, şoför Hizan’a yolcuyu götürür, tekrar gelir, Hollandalı Nur Talebesini Hizan’a getirir. Yine böyle bir Nurs ziyaretinde, edip insan İslâm Yaşar, aziz kardeşim Nejat Eren ve diğer yolcularımız ile kiralanan minibüste şoföre sordum: “Köyün ismi resmen Kepirli olduğu halde neden Nurs diye yazdırdınız?” O da şunları söyledi: “Olur mu ağabey, Kepirli dediğiniz zaman kimse bilmez, hatta ben bir gün İstanbul’a gitmiştim, bir mahallede arabaya park yeri ararken fırından ekmek alıp evine gelen bir emekli amcaya rastladım. Bana el kaldırdı, ben de durdum, çünkü Nurs levhasını okuyunca amca heyecanlanmış. Park yeri aradığımı söyledim. O da ‘Dur, benim arabamı yerinden çekeyim, sen arabanı oraya koy’ dedi. Biz Nurs ile anılırız, biz istemediğimiz halde 12 Eylül ihtilâli döneminde köyün ismini kasıtlı olarak Kepirli olarak değiştirdiler, ama biz Nurs demeye devam ediyoruz.” İşte Nurs böyle bir belde. Yeni Bediüzzaman Külliyesi ile, bundan on yıl öncesinde ilk misafir olduğumuz misafirhanesi ile gittikçe daha çok bilinen ve ziyaret edilen mübarek bir beldedir. 02.09.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (12.08.2010) - İstanbul’da Ramazan (29.07.2010) - Aynaların anlattığı... (01.07.2010) - Şöhretin bedeli |