Hasan GÜNEŞ |
|
İNSAN, ZAMAN VE KADİR GECESİ |
C enâb-ı Hak, bir şeyden her şeyi ve her şeyden de bir şeyi halk etmeye kâdir olduğu gibi, her şeyi bir şeyde derc eder, özetler. Aynı şekilde mühim bir hakikatı kâinatın tamamına açar, tafsilatıyla yazar. Muazzam kudret ve ilmiyle koca kâinatı bir zerreden “Kün!” (Ol!) emriyle yaratmıştır. Yine bir canlıyı da kimisi birbirine zıt, kimisi uygun yüzlerce maddî ve manevî unsurları bir araya getirerek halk eder. Koca kâinatın ezelden ebede uzanan hakikatını, bin bir tecellilerini cin ve insin ve ruhaniyâtın geçmiş ve gelecek macerasını bir kitapta yani Kur’ân-ı Hakîm’de toplar. Bir bitkinin ansiklopedilere sığmayacak bütün özelliklerini çekirdeğinde ve bir canlının kütüphane dolusu hayat programını genlerinde toplar, kaydeder. Bir insanın ömür boyu yaptığı zerre miskal hayır şerden hiçbiri istisna olmamak kaydıyla bütün amellerini bir sayfada, bir defterde yazar; haşir meydanında eline verir. Kehf Sûresinde beyan edildiği gibi mücrim insan o gün diyecek: “Eyvah! Bu nasıl deftermiş ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini yazmış.” İnsan için bu hususu fark etmek ve bu hakikatten istifade etmek çok önemlidir. Çünkü hissiyatı, doymak bilmeyen akıl, kalb gibi manevî arzuları yanında mide gibi maddî iştihaları, uzun emel ve arzuları ile kesrete ve çokluğa müptelâdır. Bu sebeple insanoğlu çoğunlukla aldanır, kesrette boğulur. İçinden çıkamayacağı işlerin, altından kalkamayacağı yüklerin altına girer. Gerçekte hâdise o büyük hakikatı, kendisini küçültmeden misâlî olarak küçültüp önüne almak, kalbine misafir etmek ya da zihnine toplayabilmektedir. Ancak bu şekilde insan büyük işlerin içinden çıkabilir. Bir harita ile koca dünyayı masasına misafir edebilir. Bir model ile çok şeyi imal eder. Bir anahtar ile çok kapıları açar. Bir formül ile çok problemi çözer. İnsanın bu fıtrî yapısına ve yaratılıştaki özelliklerine ve kâinatın hadiselerine bakıldığında, “yaş ve kuru bütün hakikatı” içinde barındıran Kitab-ı Mübîn yani Kur’ân-ı Kerim, hakikî insanın vazgeçilmez bir rehberidir. Yirmi Beşinci Söz’de ifade edildiği gibi Kur’ân-ı Kerim, manevî âlemlerin haritası, gizli hazinelerin keşşafıdır. Ruhlar âleminden gelip, çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan kabirden berzaha; oradan da cennet veya cehenneme doğru uzun, karmaşık ve zahmetli bir yolculuğa çıkmış bir insana elbette manevî bir harita gerekir. Hakikatın bir de zaman boyutu vardır ki, insan hep unutur, ihmâl eder ve aldanır. Onun genişliği, sürekliliği, zavallı insanoğluna ait her şeyi bir değirmen gibi öğüten hususiyeti ve müdahale edilemez özelliğiyle insanoğlunun önünde dağlar büyüklüğünde engeldir. Unutulmaması gereken bir hakikat daha vardır ki, o da şu uçsuz bucaksız uzay ve mekânı nasıl Cenâb-ı Hak yarattı ve rububiyeti ile kontrolü altında tutuyor ve idare ediyorsa; elbette, zamanı da O yarattı ve kudret elinde tutuyor. Kâinatın ilk yaratılışındaki bir zerrecik mekân ile bir ân-ı seyyale olan zamanı nasıl bir araya getirdi ise, binlerce mertebeyi katederek kâinatın en yüksek hakikatına çıkacak, cennet ve cehennemi ve cemalullah’ı müşahede edecek mukaddes bir seyahatı bir Mi'rac’a sığdırmıştır. Yine aynı şekilde seksen senelik bir ömrü bir Kadir Gecesine sığdırmak ve özetlemek, Âlemlerin Rabbinin kudret ve azametinden, rahmet ve şefkatinden uzak değildir. Cenâb-ı Hak, iki cihan saadetinin anahtarı, haritası ve kâinattaki hakikat hazinelerinin kâşifi ve yer ve gökte sayısız mahlûkatın dillerinden düşürmedikleri Kur’ân’ı; bir ihsan, bir lütuf ve bir kolaylık olarak bir gecede, Kadir Gecesinde dünya semasına indirmiştir. Bu sebeple kâinat Kur’ân’da toplandığı gibi zaman da Kadir Gecesinde toplanmış ve özetlenmiştir diyebiliriz. O gecedeki ibadetler sayesindedir ki, melaike Âdemoğlunun yaratılışındaki hikmeti hakkıyla anlar ve müşahede etmek için âyetin ifadesiyle “fecr vaktine kadar inmeye devam ederler.” Harita üzerinde plan ve program yapmak nasıl bir kolaylıktır; aynı şekilde, bir seneyi ve bir ömrü kavramak için de, zaman ve mekânın hakikatlarının özetlendiği Ramazan ayı ve Kadir Gecesini önümüze alıp onunla bir seneyi ve bir ömrü planlamak ve kazanmak mümkündür. Vaktiyle Bediüzzaman Hazretlerinin bir talebesine sorulmuştu: “Bediüzzaman Hazretleri, mübarek geceleri nasıl değerlendirirdi?” Cevabı ilginçti: “Elbette mübarek gecelerde, diğer gecelerden çok farklıydı. Ancak ‘her ayı Ramazan, her geceyi Kadir bilirdi’ ifadesi Üstadımızda en güzel şekilde tecelli etmişti. Bu sebeple kelimelerle anlatmak çok zor!” Evet Ramazan bitiyor, ancak o mânâdan alınan şevk ve gayret ile yıl boyu hatta ömür boyu Bediüzzaman Hazretlerinin peşinden “Kâbe’ye giden karınca misâli” mukaddes bir yolculuğa çıkmak mümkün. “Zamane insanı” zamana mahkûm olmuştur. Ancak İslâm demek, İslâmî yaşantı demek; neredeyse zamana hâkimiyettir ve o en değerli sermayeyi en güzel şekilde değerlendirmektir. Beş vakte tahsis edilen ve Dokuzuncu Söz’de izah edildiği gibi; insan, insanlık ve kâinatın ömründeki devirler gibi birçok hakikate işaret eden günlük namaz, yine Cuma ve Bayram namazları ve Ramazan orucu gibi haftalık ve yıllık namaz ve ibadetler ve hac gibi ömürlük ibadetler zamana hâkimiyetin en önemli göstergeleridir. Şüphesiz zamana hâkimiyetin ve ondan hakkıyla istifade etmenin en önemli esaslarından birisi de, zamanın sahibine tâbî olmak, kâinat kitabını ve onun tercüme-i ezelîsi olan Kur’ân-ı Kerim’i onun dersiyle okumak ve onun yolunda giderek iştirak-i amal-i uhreviyedeki muazzam sırrı yakalamaktır. 05.09.2010 E-Posta: [email protected] |