Şükrü BULUT |
|
Hacı Durmuş bitmez |
Bin metreyi aşkın yerin derinliklerindeki şehirde görmüştüm Hacı Durmuş Amcayı… Avrupa'nın tarihi boyunca üzerinde boğuştuğu Ruhr'un meşhur maden şehirlerinden birisinde… Yer üstündeki elektrik su ve diğer şebekelerin bulunduğu, tünel vari geniş yollarından katar katar vagonların yürüdüğü, havalandırma ile su tasfiyesinin dikkatle yapıldığı bu yer altı şehirlerine sıradan ‘maden ocağı’ demek Alman teknoloji ve disiplinine azıcık hakaret olur. Avrupa'yı ve bilhassa Almanya'yı imar eden ‘gurbet zede’nin yine sıcak bir yaz mevsiminde Ramazan-ı Şerife tutunduğu günlerde yer üstünde tatlı tatlı tartışmalar oluyordu. 1500 m'deki derinliklerde kazma sallayan, destek direklerini diken ve inşaası bitmiş yolların kalıplarını söken insanlarımız 42-43 derece sıcaklıkta oruç tutulamayacağını söylüyorlardı. Salabetli ve imanı kavi bir kısmı ise oruçsuz çalışmaya fetva vermiyorlardı. Bazıları sessizce çalışmadığı günlerde bir kısmı doktordan rapor alarak evlerinde ve daha dikkatli olanları da izinlerini Ramazan-ı Şerifte almışlardı. Avrupa'da yaz mevsiminde bir musîbete dönüşmedikten sonra yerin üstü çok sıcak olmaz, iklim şartları bazen Temmuz ve Ağustoslarda size ceket ve kazak da giydirebilir. Fakat yerin altı başkaydı. Her 33 m derinliğe indikçe 1 derece sıcaklığın arttığını düşündüğünüzde, yerin üstü zemherirde olsa aşağıda en az 35 dereceyi rahatlıkla yaşıyorlar, bu yer altı dünyasının mimarları. Yaz mevsimindeki yer altı havalandırmaları kışa nispeten biraz daha zor ve masraflı oluyormuş, kömürün çıktığı oyuklarda toz duman arasında ısı 42-43’ü vurunca oruçlu oruçlu kazma sallamanın kahramanlığını Durmuş Amcayı görenler daha iyi bilirler. Yaklaşık elli madenciyi saniyenin sınırlarında sür'atlice yerin merkezine doğru çeken asansöre ilk binenlerin ürpertisini yer altı şehrindeki emniyet hemencecik gideriyor. Yer altı şehrinin çalışanlarını iş mahallerine bırakacak trenin ahenkli hareketi, çeşitli istikametlere ayrılan elektrikli lokomotifleri gördüğünüzde çoğu kez ‘ışıklandırılmış bir gece şehrinde’ olduğunuz duygusu sizi kaplar. Bir masal gibi anlatılırken Ruhr havzasının 1500 m derinlikteki maden şehirleri, bu şehirlerde oruç tutulamayacağı tartışması vardı Ahlen şehrinde. Oruçlu olduğu bir günde maden mühendisi Halid Çelebi ile sendikada çalışan Türk görevlilerle birlikte yer altı şehrine inmiştik. Kömür tozlarını simaları renklendirdiği o şehirde insanlar hep birbirlerine benziyordu. Ancak seslerine vurulmuş mühürlerden tanıdıklarımızı ayırabiliyorduk. Bu gezimizin bizi en çok etkileyen durağı ise kömürün çıktığı veya yeni tünellerin kazıldığı oyuklardı. Harareti serinletecek havalandırmanın tesiri bu kör noktalara fazlaca ulaşmıyordu. Sıcaklığa ayrıca çıkan tozlarda eklenince dayanılması güç bir ortam oluşuyordu, bu ortamda çalışan işçileri daha çok meslek eğitimine uğramamış, işe direkt kazma kürekle başlayan insanlardı. Pek az insanın dayanabileceği bu tozlu ve sıcak ortamda (hararet 42 derecenin üstündeydi) Hacı Durmuş Amcayı oruçlu bulmuştuk, çalışanların en yaşlılarından olmasına rağmen bu ağır şartlarda Ramazanını idrak ediyordu. Almanların İslâmiyete ve Müslümanlara saygısı bu yer altı şehrinde de görülüyordu. Müslümanlar biraraya gelip iftar ve sahur nevalelerini paylaşıyorlardı. İsteyenler hazırladıkları köşelerde farz namazlarını kılıyorlardı, bu güzel geleneği de Durmuş Amcalar başlatmıştı, maden şehrinde. Madencilerin sofrasına oturan, madencinin hangi şartlarda bu rızkı kazandığını bilse her lokmasında duâ eder kanaatindeyim. İster helâl para, ister alın teri, isterseniz Allah sevgisi dersiniz. Kömür tozlarının secdede sürmelediği alınlar ve matarasında iftar için yudumladığı sular madencinin ‘Allah’ın sevgilisi’ olduğuna şehadet eder kanaatindeyiz. Gözleri sürmeli olarak evine gelen Durmuş Amca ve nesli yorgunluk demeden çantasını eve bırakıp camiye koşardı. Avrupa'nın en büyük sosyal hadisesini gerçekleştirmişlerdi: Türk işçisinin helâl parasıyla Avrupa'nın ilk camiini inşaa etmişlerdi. Faizin haram olduğuna gönülden öylece inanmışlardı ki koca inşaat bittiğinde kasalarında hâlâ yetmiş bin mark paraları vardı. Türkiye’nin en az yirmi otuz bölgesinden gelen bu kahramanların teşebbüsleri, birliktelikleri ve dayanışmaları hâlâ dillere destandır. Hürriyet ortamındaki hakikî meşveretle Müslüman Türk milletinin ecdadını geçebileceğini işte vefatından sonra anmaya çalıştığımız Durmuş amcalar, eserleriyle ispat etmişlerdi. Gönülleri kadar sofraları da sehavetle misafire açık bu fedakâr ve samimî insanlara Türkiye Cumhuriyeti yerine bir AB devleti olsaydı mutlaka üstün hizmet nişanları dağıtırdı, fakat heyhat nerede… Kemalizmin felç ettiği Türkiye Cumhuriyetinin o günkü misyonları yer altı dünyasının kahramanlarını istihza ile takip ediyorlardı. Hacı Durmuş bitmez, Anadolu'nun imanlı, cömert, fedakâr ve çilekeş insanını sembolize eden bir hayatı imanla yaşadığı melek misal simasındaki beşuşiyet o tatlı tebessüm, onu tanıyanların hafızalarında silinmeyeceği kadar canlı kalacaktır. 08.09.2010 E-Posta: [email protected] |