07 Eylül 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Muhabbetin doruk noktası: Urfa Bediüzzaman Mevlidi

Her mevlid bir başkadır. Urfa mevlidi ise bambaşkadır. Kalbimiz, aklımız, hislerimiz, ruhumuzun ittifak ederek tek yürek olduğu zamanı yaşıyorduk. Zamanı kovalarken tatlı duygular yaşıyorduk. Hepimiz bir elif gibiydik, buluştuk binler elif olduk. Görüp hasret giderdiğimiz, görmek istediğimiz, göremediğimiz, konuştuğumuz, konuşamadığımız, tanıdığımız, tanımadığımız, kucaklaştığımız, kucaklaşamadığımız... Kısacası hepimiz aynı atmosferi soluyorduk. Yıllardır aralıksız süren bir mevlid düşünün, her yıl ilk defa yapılıyormuşçasına bir heyecan... Bir mevlid düşünün ki içinde zamanın bedîsi olsun ve muhabbetinden zerre eksik olmasın.

Mevlide nice Saidler gelmişti, her birinin yüreğinde bir Barla, bir Van yaşıyormuş gibi canlıydılar. Gel(e)meyenler de vardı elbet. Üzülenler vardı, yüreklerini yolladılar onlar da. Urfa’nın yükü bu sebeble oldukça ağırdı ama yükün muhabbeti arttırdığı da açıktı.

Burası Dergâh! Sık sık ziyaret ettiğimiz bir mekândı belki. Cami ve avlusu yanında Hz. İbrahim’in (as) doğduğu mağara, ona komşu olan Üstadım’ın ilk defnedildiği yer...Belki her şey alışılagelmişti ama bir başkaydı muhabbetin eşlik etmesi. Teravihler kılındı, cami avlusu tıklım tıklım... Biten teravihin ardından herkes köşesine sindi ve mevlid sedaları Urfa’dan semaya yükselmeye başladı.

Kuşlar bile sükûnetle dinliyorlardı.

Her köşede bir sütun, bir duvar ve ona yaslanan bükülmüş beller, Üstadları için bunca yol kat eden yaşlı dizler ve genç Saidler, evet genç Saidler! Herkes huzurlu... Saidler olunca ne mutlu!

Herkes seviyordu, seviniyordu. Çünkü seni sevmek Allah’ı sevmekti, seni sevmek Habîbullah’ı (asm) sevmekti, seni sevmek Kur’ân’ı sevmekti, seni sevmek kâinatla beraber insanlığı sevmekti Üstadım! Farkındayız, sen odak noktamızsın, senin etrafında pervane olmayı kim istemez ki?

Kışı yeniden getirmeye çalışanlara izin vermeyeceğiz. Bu toplanma, baharı simge ediyordu. Cennet âsâ bir bahar! Sahi sen bunu bize müjdelemiştin.

Ve son... Saatler nasıl geçti farkına varamadık. Çabucak bitiverdi...

Mevlid bitimine yakın, eller semaya açılıyor, caminin içerisi ve çevresi daha da sessizleşiveriyor. Duâlar ediliyor, dualara aminler yükseliyor hep bir ağızdan.. Ve derin bir üzüntü kaplıyor havayı biten mevlidin ardından. Dostlar kucaklaşıyor ve söz veriyorlar birbirlerine, tekrar görüşebilmek ümidi ile…

MUHAMMED ZORLU

[email protected]

07.09.2010


Kendi için yazmak

“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems Sûresi: 9)

İNSANLARIN bir kısmı çok okur. Okumakla hem kendini, hem de etrafındaki insanları aydınlatır. Elbette okunan şeyler önce nefiste tatbik edilirse hem okuyan huzurlu olur, hem de diğer insanlar bu güzelliklerden hisselerini alırlar.

Elbette eli kalem tutan insanlar yazma ihtiyacı duyarlar. Yazı, makale, şiir, hikâye gibi vasıtalarla fikir dünyasında düşüncelerini satırlara dökerler. İnsanların bunları yaparken taşıdıkları niyet çok önemlidir.

İnsan; hep başkası okusun, ibret alsın, kendini düzeltsin, “Bak ben ne güzel yazıyorum” şeklinde düşünürse bu hem ihlâslı olmaz, hem de başkası için tesirli olmaz. Hâlbuki yukarıda zikredilen âyetten de anladığımız kadarıyla önce kendi nefsi için okumalı ve yazmalıdır.

Yazılarında kendi nefsini unutup hep etrafındakilere ders vermek, bir şeyler dayatmak, bazen karşıdakilere usanç verir. Bu da yazının tesirsiz olmasına sebep olur. Çünkü hani derler ya “Kendisi muhtaç dede, nerede kaldı ki gayriye himmet ede.” Hep başkasının kusur ve hatalarıyla uğraşan ama kendi kusurlarını göremeyen kimse bu mânâda ne kendisine, ne de başkasına gerçekten faydalı olamaz.

Bediüzzaman “Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez” der. Doğrusu kendi nefsimizden işe başlamalı ve düzelmesi gereken kişinin önce kendimiz olduğunu bilmeliyiz.

Başkalarını tenkit etmek, çok kolay ve nefse hoş gelen bir iştir. İnsan başkalarının hatalarını daha çabuk görür. Hâlbuki âyette “Sana bugün nefsin hesap olarak yeter” buyruluyor. Bugün özeleştiri dediğimiz nefis muhasebesine ne kadar uyuyoruz acaba? Yoksa nefsimiz bize kendini unutturup hücumu başkasına mı yaptırıyor?

Sevgili Peygamberimiz (asm) bir savaş dönüşü “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz” buyururken, sahabeler “O nedir ya Resûlallah?” dediklerinde Peygamberimiz (asm) “Nefsimizle olan cihaddır” diye cevap vermiştir. Buna “manevî cihad” diyoruz. Günümüzde en çok muhtaç olduğumuz, nefsimizi tüm kötülük ve günahlardan arındırmaya çalışmanın adıdır.

“İnsan nisyan ile malüldür” demişlerdir. Yani çabuk unutur. Hem de kendini unutur. Kendi vazifelerini unutur. Âleme nizam vermeye kalkar. Gördüğü, işittiği ne kadar noksanlık varsa onlar hakkında söyler, yazar-çizer. Elbette ki insan, hele mü’min “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” (iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak) çerçevesinde sözlü, yazılı ikaz ve ihtar vazifesini yapmalıdır. Bu hem kendisine farz bir görevdir de. Ama kendi iç dünyasını düzeltip kusur ve hatalarını görüp onları ıslâh etmek de, daha öncelikli bir vazifesidir. O zaman hem “lisan-ı hâl”, hem de “lisan-ı kal” diliyle hareket etmiş olur. Hâl ve kal birbiriyle uyumlu olması gerekir. Olmazsa o zaman atalarımızın dediği “Kendisi yer salkımı, başkalarına verir talkımı” olur.

Yazma konusuna dönecek olursak; yazmak bir ihtiyaçtır. Yazı yazan kimse kendi kabiliyeti ölçüsünde bir şeyler karalamaya çalışır. Belki bazen yazmadığında rahatsız olur. Yazıp çizdiğinde ise, bildiği şeyleri başkalarıyla paylaştığı zaman mutluluk hisseder. Esasen tarih boyunca birçok bilgiler yazı ile insanlardan insanlara aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Başta mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerim, diğer kutsal kitaplar ve bilgiler hep yazıyla günümüze kadar bizlere ulaşmıştır. Dinî bilgiler, tarihî bilgiler, tıp, astronomi, felsefe, matematik, coğrafya, biyoloji ve psikoloji alanında söylenen şeyler yazılarla günümüze kadar taşınmıştır. İşte “Yazmak ihtiyaçtır” diyenler, bu konulardaki herhangi bir dalda yazarak düşüncelerini ortaya atarlar. Farklı biçimlerde fikirlerini tartışma zeminine getirmiş olurlar. Elbette faydalı düşünceler, fikirler yazıyla ifade edilip paylaşıldığında toplum için güzel neticeler ortaya çıkacaktır.

Yazmak kolay değildir, emek ister. Yazarken de kişi kendi noksan ve hatalarını görmelidir. Kendi hatalarını fark ettiği ölçüde başkaları için daha faydalı olacaktır. Bu açıdan hatalarını kendine hatırlatan kimselerden de rahatsız olması gerekir. Bilakis onlara teşekkür etmelidir. Ayrıca kişi, yazdıklarını yaşamalıdır. Yaşamadığı ve yapmadığı şeyleri dile getirirse tesirli olmaz. “Lisan-ı hâl, lisan-ı kalden üstündür” denilmiştir. Bu açıdan bakıldığında insanın yaptığı şeyler, konuşmasından ve yazmasından daha üstündür.

Netice olarak, insanlara faydalı olmak maksadıyla yazanların zaman zaman özeleştiri yapmalarında da faydalar vardır. Çünkü insan kendini düzelttiği ölçüde başkaları için daha faydalı olacaktır. Evet, kalem durmasın yazsın. Kelimeler ve cümlelerle insanlık nura kavuşsun. Cehalet kahrolsun. İlim hayat bulsun.

MEHMET ERBAŞ

[email protected]

07.09.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.