Saliha FERŞADOĞLU |
|
Gözlüklerim |
Kutusundan hiç çıkarmadığım gözlüklerim, boynu bükük bir halde mahzun mahzun bakıyor bana. Gözlük takmayı hiç sevmiyorum; yakıştıramıyorum kendime bir türlü. Onları takmayınca haliyle uzağı da göremiyorum. Her ne kadar düşük miyop özelliklerine sahip olsam da belli bir metreden sonra varlıklar netliğini kaybediyor, fluluk kazanıyor. Geçenlerde fakültede gezinirken arkadaşım uzaktan el sallamış, gülümsemiş; benden karşılık göremeyince yanıma gelip öfkeyle söylenmişti: “Ne o artık pas vermez oldun?” Şaşırdım tabi n’oluyor, diyerek. Hemen sonra çözüverdim olayı. Mahcup bir edayla halimi anlatmaya giriştim, bir türlü takamadığım gözlüklerimden bahsettim. Neyse ki derdimi anlayan arkadaş kırgınlığını unutarak daha fazla üstelemedi. Nadiren gözlüğümü taktığımda hayretle bakınıyorum etrafıma: Aman Allah’ım, ne çok şey kaçırıyorum! Kâinat ne kadar güzel; şu denizin mavisi, dalgaların çizgisi, yosun tutmuş kayaların fırçayla renklendirilişi, kumların rüzgârda şekillenişi olağanüstü. Çiçeklerin zarafeti, her bir yaprağın kıvrımı, muhteşem intizamı akıl almaz güzellikte. İnsanların yüzleri ne kadar net ve ne kadar da şaşırtıcı; kimi çökmüş, pörsümüş, sarkmış yüzlerini makyajla saklamaya çalışıyor, kimisinden can fışkırıyor, taze bir gençlikle adeta baharı andırıyor. Bütün bu farkındalıklardan sonra aklıma hazin bir düşünce geldi. Evet, gözlüklerle baktığımda her şey güzel, hoş. Ancak kâinata iman gözlüğümü takıp bakmadıktan sonra her şey boş, hem de bomboş… Mânâ-i ismiyle baktığım için güzelliklerin sadece gölgesini gördüm. Oysa mânâ-i harfiyle baktığımda, beher varlıkların esma-i İlâhiyenin sayısız örneklerini sergilediğini fark ediyorum. Her bir mahlûkat kendi kendilerine olmadıklarını, sebepler dâhilinde meydana gelmediklerini asıl yaratıcı Sani-i Mutlak’ın birer şaheseri olduklarını söylüyorlar, haykırıyorlar. Küçücük bir menekşe dahi bize sonsuz esma-i İlâhiyeden bahsediyor; Cemîl, Rahîm, Hakîm, Azîm, Rabb, Kuddüs ve daha binlercesi… Cemîl ismiyle, o menekşenin harikulâde güzellikte yaratıldığına şahit oluyoruz. Rahîm ismiyle bir çiçeğin müşfik bir edayla yaratıldığını görüyoruz. Hakîm derken, yarattığı o varlığın ne kadar dengeli, ölçülü ve muntazam olduğunu fark ediyoruz. Azîm olan Allah’ın küçücük bir varlığı dahi mükemmel bir şekilde yarattığını görüyor ve bu mükemmelliği yapan Zâtın ancak yüce bir yaratıcı olabileceği idrakine varıyoruz. Rabb ismiyle terbiye edilen varlık, planlananın dışında ne bir santim uzuyor ne de farklı bir şekle bürünüyor. Kuddüs ismiyle onun temiz ve pak yaratılışını müşahede ediyoruz. Maddeye muhatap olan göz maneviyatta kördür. Sadece bir gözlük, insana ne ufuklar kazandırıyor. Algılayışımızda artan kat be kat kavrayışlar ile hakikatleri keşfediyoruz. Ne var ki dini inkâr eden, ateizm yahut materyalizm girdaplarında bulanan gözler, ısrarla gözlük takmak istemeyişime ne çok benziyor. Haydi, bugünden itibaren bir değişiklik yapalım; Allah’ım hayretimi arttır, diyen Peygamberimizin (asm) duâsını hayatımıza düstur edinerek kâinatı ilk defa görüyormuş gibi merakla, sevgiyle, imanla inceleyelim. Eminim, çok hem de pek çok şey keşfedeceksiniz… 08.09.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (25.08.2010) - Şehir çocukları (18.08.2010) - Haydi, bana Cenneti anlat! (21.07.2010) - Delilikten dervişliğe (14.07.2010) - Kâinat senfoni orkestrası (30.06.2010) - Umut toplayıcısı |