M. Latif SALİHOĞLU |
|
Kaldıraçlarla yerinden sökmek |
Atasözlerimiz arasında öyleleri var ki, duyunca "Tam da 'hakikat–i mahzâ'yı tarif ediyor" dersiniz. İşte, o sözlerden biri de şudur: "Taş, yerinde ağırdır." Bu söz, şüphesiz vakıaya da uygundur. Büyük ve ağır bir taşı yerinden oynatmak için, kaldıraçlar kullanılır. Aksi halde, o taşı kımıldatmak, hele hele yerinden sökmek, hiç kolay değil. * * * Bilâ–teşbih velâ–temsil, Yeni Asya da, müessese ve camiasıyla birlikte kırk yıldır yerinde duran, yerinde ağırlığını hissettiren bir yapıya sahiptir. Geçmişte, bu yapıyı bozmaya, yani o ağır taşı yerinden sökmeye matuf çok büyük çabalar sarf edildi. Bu meyanda, çeşitli sıkıntılar yaşandı. Çok büyük badireler atlatıldı. İstikameti bozmamak, bünyeyi başkalaştırmamak uğrunda çok ağır bedeller ödendi. Şükürler olsun ki, bu tavizsiz istikrar çizgisi, kırk yıldan fazla bir zamandır, aynen muhafaza edildi. Kimse, bu camiaya boyun eğdiremedi. Hiçbir cereyan, onu kendine tâbi edemedi. Hiçbir grup, ya da klik, onun asliyetini bozamadı, onu bir başka şekle döndüremedi. Zira, şahs–ı mâneviye istinad eden bu yapının, ayrıca kemâl–i şuurla hizmet eden çok fedâkâr bir tabanı var. Üstelik, bu sâdık fedakârların Yeni Asya aidiyeti de çok sağlam, çok metin bir nuranî zincir mahiyetindedir. Bu zincir, ufak tefek birtakım esintilerle, sallantılarla, çalkantılarla—biizinlah—kırılmadı, bundan sonra da inşaallah kırılmayacak. * * * Bu ağır ve büyük taşı bugüne kadar yerinden oynatamayanlar, zannedilmesin ki rahat duracaklar. Rahat durmayacak ve bizimle uğraşmaya devam edeceklerdir. Bu, onların vazgeçilmez vazifesi. Dönüp onlara "Siz neden böyle yapıyorsunuz?" diyecek halimiz yok. Kimin ne maksatla, ne yapmak istediğinin zaten farkındayız, farkında olmalıyız. Lâkin, kritik durum ve kabul edilemez vaziyet şudur: Yeni Asya'nın muarızı veya muhalifi olanlar, kendi güç ve imkânlarıyla bu muazzam taşı yerinden kımıldatamayacaklarını bildikleri için, kaldıraç kullanma cihetine gidiyorlar. Bu da yetmiyor, kaldıraca destek verecek küçük küçük kaya parçalarına ihtiyaç duyuyorlar. Bu parçacıkları ise, yine o büyük kayanın bünyesinden kopararak maksatlarına ulaşmaya çalışıyorlar ki, bu noktada son derece dikkat ve hassasiyet taşımak gerekiyor. Tâ ki, bu muarızların ne ellerinde kaldıraç olalım, ne de destek taşları... * * * Birbirimizle olan kuvvetli bağlarımızı, hiçbir siyasî ve dünyevî cereyanın koparamayacağı kanaat ve inancıyla yazımızı noktalıyoruz.
Tarihin yorumu 8 Eylül 1922
Şehitler için Ayasofya'da mevlid
Merkezi İstanbul'da bulunan Matbuat Cemiyeti, Millî Mücadelede şehit düşenler için Ayasofya Camiinde mevlid tertipledi. (8 Eylül 1922) Evet, Ayasofya o tarihte ibadete açık bir camiydi. Hem de, "fethin sembolü" bir cami olması hasebiyle, umumu alâkadar eden mühim mevlidleri çoğu orada okutturulurdu. Tıpkı, İttihad–ı Muhammedî Cemiyetinin kuruluşunda olduğu gibi. (1909) 1918 yılı sonlarından itibaren Anadolu'daki düşman işgaline karşı açılan cephenin, sürdürülen gayretin adı "Millî Mücadele" idi. Bu isim, bilâhare "İstiklâl Harbi", son olarak da "Kurtuluş Savaşı"na dönüştürüldü. İsmi her ne olursa olsun, o tarihte verilen mücadele mukaddesti. Vatanını, milletini, mukaddesatını seven herkes, bu mücadeleye katılıyordu. (Sonradan bu kudsî cihadın şahıslara mal edilmesi, dehşetli bir haksızlık, hatta cinayet olmuştur.) Matbuat Cemiyeti, verilen bu kudsî mücadelede şehit olanlar için bir Mevlid–i Şerif okutmak istedi. Bunun için en uygun yer olarak da Ayasofya Camii düşünüldü. Ancak, şuna eminiz ki: 1922 yılı Eylül'ünde Ayasofya'da şehitler için mevlid okutturanlar, bu mâbedin 12 yıl sonra (24 Kasım 1934; aynı zamanda M. Kemal'e Atatürk soyadının verildiği gün) cami olmaktan çıkartılarak müzeye dönüştürülebileceğini akıl ve hayal dahi edememişlerdir. 08.09.2010 E-Posta: [email protected] |