M. Latif SALİHOĞLU |
|
Mağlûp edilemeyen dehâ |
Her yönüyle Kur'ân'ın malı olan Risâle–i Nur, aynı kudsî kaynağa dayalı birtakım ölçü ve prensipleri bulunan, aynı zamanda orijinal ve kendine has bir hizmet ve mücadele tarzını ihtiva eden bir hareketin adıdır. Bu hareketin bir şahs–ı mânevisi vardır ve bu şahs–ı mâneviyi teşkil eden "cemaatleşme şuuru"nun mayası, 1926–27'lerde Barla'da atıldı. Yaklaşık dokuz yıl sonra (1935), bu harekete "tarikat rengi" verilerek, Bediüzzaman ve talebeleri Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine sevk edildi. Hakikat mesleğinde giden Nur dâvâsının tarikat olmadığı anlaşılınca, bu kez bazı tarikat liderleriyle anlaşma yapılarak, bunlar Üstad Bediüzzaman'ın aleyhinde istimal edilmeye çalışıldı. (Üstad, aynı kurnazca istimalin, istikbalde de tekerrür edeceğini haber veriyor.) Bediüzzaman ve dâvâsının asıl muarızları, münafıkane tarzda hareket eden bir zındıka cereyanının sahip ve mensuplarıdır. Bunlar, tarikat ithamıyla, mahkeme yoluyla, sürgün–hapis–zindan muamelesiyle, zehirleme yöntemleriyle susturamadıkları ve mağlûp edemedikleri bu dâvânın peşini bırakmadılar. Zaman içinde yöntem değiştirip, farklı taktiklere başvurdular. 1960 Darbesinden sonra, bu Kur'ân dâvâsına gizli komitacılık mânâsında "Nurculuk" damgasını vurarak, halkın nazarında bu hareketin bir cemiyetçilik, bir teşkilât, yahut bir tarikat olduğu vehmini uyandırmaya yeltendiler. Bu da sökmeyince, fani, yıkılabilir, çürütülebilir unsurlardan siyaseti, şahsiyeti, ticareti ön plâna çıkarmaya ve camianın ümidini bu çürüklere bağlamaya koyuldular. Bu da yetmezmiş gibi, Kur'ân şâkirdlerinin bağlı oldukları şahs–ı mâneviyi, sanki sırf çetelerle uğraşan bir çete, muhalifleriyle uğraşan bir örgüt ve makam ve mevkilere sızmak sûretiyle iktidarı ele geçirmeye çalışan bir siyasî cemiyet rengini vermeye uğraştılar. İşte, Nur cereyanını zaafa uğratmak, hatta mağlûp etmek için, zındıklar, bu ve benzeri yöntemlerle uğraşılarına el'an devam ediyor. Zira onlar da biliyorlar ki, Nur hareketi, şahsiyet–i mâneviye dairesi ve hüviyeti içinde kaldıkça, onu asla mağlûp edemezler. Bu sebeple, mağlûp etmek için siyaset, ticaret, şahsiyet ve komitacılık gibi çökertilebilir unsurları devreye sokmaya vargüçleriyle çalışıyorlar. * * * Evet, Nur hareketini baltalamak ve zaafa uğratmak için, gizli münafıklar, şahs–ı maneviye bağlı bulunan şakirtler, bilhassa fani olan "şahs–ı vahit"lere bağlanmaya çalışılıyor. Çünkü, şahısları çeşitli vasıtlarla, muhtelif yöntemlerle çürütmek ve mağlûp etmek gayet kolaydır. İşte, yaşadığımız ve gelecek zamanın nezaketini, hassasiyetini Kur'ân'ın dürbünüyle bakıp gören Hz. Bediüzzaman, bu olağanüstü şartlar ve gelişmeler karşısında ne yapmak ve nasıl davranmak gerektiğine dair nurânî projektörleri tutuyor ve şu sözlerle yol gösteriyor: "Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdi şahısların dehası, ne kadar harika da olsa, cemaatın şahs–ı mânevisinden gelen dehasına karşı mağlûp düşebilir." (Emirdağ Lâhikası, s. 64) Üstad, dünya ehlinin dünyasına karışmadığı gibi, onların da kudsî iman hizmetine karışmamalarını ihtar ediyor "Elhasıl: Madem biz ehl–i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz; onlar da bizim âhiretimize ve imanî hizmetimize ilişmesinler." (Şualar, s. 317) Buna rağmen, ehl–i dünyanın hizmetine karıştığını gören Üstad Bediüzzaman, onları şu sözlerle ciddî mânâda ikaz ediyor: "Ey efendiler! Beyhûde yorulmayınız! Eğer aradığınız varsa, hiçbir ucunu bu kadar zaman bulamadığınızdan biliniz ki; onu idare eden öyle acîb bir dehâ vardır ki, mağlûp edilmez ve mukabele edilmez. Çare–i yegâne, onunla musalahadır." (Tarihçe–i Hayat, s. 208) "Risâle–i Nur’la mübareze edilmez, o mağlûp olmaz. ...Bu memlekette hükmeden, onun kuvvetinden istifade etmek gerektir." (Şualar, s. 329) "Size ihtar ediyorum: Kur’ân’a dayanan Risâle–i Nur ile mübareze etmeyiniz. O mağlûp olmaz, bu memlekete yazık olur." (Şualar, s. 308) "Risâle–i Nur’a karşı gizli düşmanlarımızdan bazı zındıkların şeytanetiyle çevrilen plânlar ve hücumlar inşaallah bozulacaklar. Onun şakirtleri başkalara kıyas edilmez, dağıttırılmaz, vazgeçirilmez, Cenâb–ı Hakkın inayetiyle mağlûp edilmezler." (Tarihçe–i Hayat, s. 483) Evet, asliyetini ihlâl etmedikleri ve orijinalitesini bozmadıkları müddetçe, Risâle–i Nur'u mağlûp edemezler ve şakirdlerini dağıtamazlar. Allah'ın inayetiyle, gayelerinde muvaffak olamazlar. Nur kervânı, kıyamete yakın bir zamana kadar yolunda yürümeye, ve kudsî hizmetini ifaya devam edip gidecek.
Tarihin yorumu 4 Eylül 1939
Gıda ihraç etmek yasaklandı
Avrupa'da İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte telâşa kapılan İnönü idaresi altındaki hükûmet, Türkiye'den yapılacak her türlü gıda maddesi ihracatını yasakladı. (4 Eylül 1939) Türkiye savaşa girmediği ve fiilen girmesi ciddiye alınır bir ihtimal dahilinde olmadığı halde, idarenin uygulamaya soktuğu yasakçı politikalar, zamanla vatandaşı canından bezdirecek raddelere kadar çıktı. Bu tarihten sonra, hükümet, vatandaşın ekmeğine varıncaya kadar hemen herşeye müdahale etmeye başladı. Köylü, çiftçi buğdayını ekecek, ekinini biçecek, biçtiğini harmanlayacak; ancak, binbir emekle elde ettiği mahsulünü evine götüremeyecek, ağız tadıyla bunları tüketemeyecek. Üretici vatandaş, buğday ve sair hububatın çok az bir kısmını kendine alacak, ekserisini yine kendi öküzüyle, kağnısıyla taşıyarak götürüp hükümetin tekelindeki silolara teslim edecek. Aksi halde, ağır cezalara çarptırılacak. Yani, alın teriyle kazanmış olduğu kendi öz malını elinde tutarsa, adeta cürüm işlemiş gibi bir muameleye tabi tutulacak. İşte, altı yıl süren İkinci Dünya Savaşı müddetince, İnönü politikalarının vatandaşa reva gördüğü muamele bundan ibarettir. Toplanan ve el konulan hububat ise, kaht û galà denilen o kıtlık zamanlarında ambarlarda, silolarda ve yer altında çürümeye terk edildi. * * * Harp tehlikesi karşısında elbette ki ihtiyatlı olunur, tedbir alınır. Ne var ki, İsmet Paşanın hegemonyası altındaki hükûmetin savaş süresince takındığı tavrın tedbir ve ihtiyatla izah edilir bir tarafı yok. O dönemdeki yönetimin tavrını ancak evham, kuruntu ve ürküntü ile izah etmek mümkün. Harice karşı kabardıkça kabaran bu korku ve evham duygusunun sahipleri, bütün hırs, hınç ve öfkesini kendi halkından çıkarmanın yoluna saptı, dizboyu zulme battı. 04.09.2010 E-Posta: [email protected] |