Cevher İLHAN |
|
Bediüzzaman’ın hâdiseleri tefsiri… |
Bediüzzaman, “Sefâhette ve dalâlette bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış, Deccal gibi bir tek gözü taşıyan, kör dehâsı ile rûh-u beşere cehennemî bir hâleti hediye eden” maddeci Batı medeniyetinin gelişmişlik nîmetine şükretmeyip Karun gibi şirke düştüğü tesbitini yapar. Bu yüzden günâhlarının iyiliklerine gâlip geldiğini ifâde eder. “Şu medeniyet-i Avrupaiye öyle bir semâvî tokat yedi ki, yüzer senelik terakkîsinin mahsulünü yaktı, tahrip edip yangına çevirdi” hükmüna çıkarır. (Kastamonu Lâhikası, 17) Bugün insanlık ve bilhassa İslâm dünyası, zâlimlerin satranç oyunlarıyla işgal ve zulüm altında inliyor. Ülkeler, şehirler, kasabalar, evler bombalanıyor. “Şimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile, nev-i beşer tam tokada kendini müstahak etti ve dehşetli tokatlar yedi. Elbette bir parça hissemiz de olacak” gerçeğince, bütün mâsum ve mazlûmlar bu zulüm ve tahribatından hissesini alıyor. (Emirdağ Lâhikası, 31-32) Zâlim işgâl güçleri Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de, Keşmir’de çocukların, kadınların, yaşlıların üzerine tonlarca bomba yağdırdı, yağdırıyor. Makinalı tüfeklerle tarıyor. İran’a, Somali’ye, Yemen’e, Sudan’a sudan bahaneler arıyor. Terör tezgâhlıyor, şiddet ve vahşet yapıyor, barbarlık provalarında bulunuyor… “Beşerin (insanlığın) perişâniyetini ihzar eden (hazırlayan) gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgam (kendini beğenen ve yalnız çıkarını düşünen), alçak insî şeytanlar”, çeşitli ifsadlarla mazlûmları kargaşayla ihtilâf ve çatışmaya sürükleme plânında. (Kastamonu Lâhikası, 79-80) Bediüzzaman’ın bundan doksan yıl önce nazara verdiği, “Hutûvât-ı Sitte (Şeytanın altı aldatması)” adlı eserinin başında belirtilen, “beşerde (insanlarda) insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârâne siyasetiyle cihânın her tarafına kundak sokan el hannas (şeytan)”, “zamanın insî şeytanları“ olarak işbaşında. Hem zulüm yapıyor; hem de İslâm âlemini ifsad için “habis ve muzır mâdenleri fiilî propaganda ile işlettiriyor.”
ZULME RIZÂ… Zâlimlerin satranç oyunlarının oynandığı “yeni dünya düzeni”nin insanlığı sevk ettiği tablo, Bediüzzaman’ın, “Ey beşerin nefs-i emmâresi!” hitâbıyla yaptığı şu temsildeki misâle benziyor: “Görüyoruz ki, her adım başında biçare, âciz bir adam bulunur. Zâlimler hücum edip malını, eşyasını gasp ederek kulübeciğini harap ediyorlar. Bazen de yaralıyorlar. Öyle bir tarzda ki, acınacak haline semâ ağlıyor. Nereye bakılsa, hal bu minval üzere gidiyor. O yolda işitilen sesler zalimlerin gürültüleri, mazlumların ağlayışları olduğundan, umumî bir matem o yolu kaplıyor. İnsan, insaniyet cihetiyle gayrın elemiyle müteellim olduğundan, hadsiz bir eleme giriftar oluyor…(Lem’alar, 119 -120) Kısacası Bediüzzaman’ın ifâdesiyle, “Bin mâsum çoluk, çocuk, ihtiyar, hasta bulunan bir yerde, bir iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle bombalarla mahvediliyor, milyonlarla mâsumun kanını heder ediliyor.” Ve “hiçbir kanun-u adâlete ve insâniyete ve hiçbir dustur-i hakîkate ve hukuka muvafık gelmeyen ve milyonlarla mâsumların kanlarıyla yoğrulmuş gaddarâne zulümler” yaşanıyor. (a.g.e. 161-162) Bundandır ki Bediüzzaman, “Gerçekten insan çok zâlim ve câhildir” (Ahzâb Sûresi, 72), “Zulmedenlere en küçük bir meyil göstermeyin; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur” (Hûd Sûresi, 110) âyetlerinin terfisiyle yeryüzündeki hâdiseleri tahlil edip ikaz ediyor. “Efkâr-ı ammenin tehditlerle, korkularla hîlelerle mukakeme-i akliyesinin kapatılıp” zulme alkış tutması, çoğu insanların o zâlimlerin zulümlerine fiilen bizzat katılarak veya itarafgirlik göstermesiyle yahut en azından ses çıkarmamasıyla, bigâne kalmasıyla mânen iştiraki, umumî mûsîbete sebebiyet verdiriyor. (Sözler, 158) Zâlimlerle işbirliği, umumî musîbetin sürmesine, şiddetlenmesine İlâhî kadere fetva verdiriyor. (Kastamonu Lâhikası, 24)
“AY’, ‘VAY’ VE ‘AHLAR’, RAHMETLİ BİR BULUT TEŞKİL EDECEKTİR…” Kur’ân-ı Kerim’de, “Böylece Biz nice zâlim beldeyi- ülkeyi- memleketi helâk ettik ki, şimdi onların yerinde altı üstüne gelmiş ıpıssız yıkıntılar-harabeler, kullanılmaz halde terk edilmiş kör kuyular, nice daha önce görkemli/süslü/bakımlı bomboş duran yüksek köşkler- saraylar vardır” haberi verilir. (Hac Sûresi, 45)) Eski Peygamberlerin helâk olan kavimlerine dair âyetlerde, Karun gibi, dünyevî zenginliğin, gelişmişliğin şükrünü etmeyerek, maddî medeniyeti ile böbürlenip bunu mazlûmlar ve mâsumlar için tahakküm aracı olarak istimal eden zâlimlerin zulûmlerin akıbeti nazara verilir. Ayrıca, “Onlar tuzak kurdular, biz de farkında olmadıkları bir sırada onlara bir tuzak kurduk. Onları da, kavimlerini de toptan helâk ettik. İşte harâbeler, onların zulümleri yüzünden çöküp gitmiş evleridir. Şüphesiz ki bunda ilim ve idrâk sahibi bir topluluk için büyük bir ibret vardır” buyuruluyor. (Neml Sûresi, 50,51,52) O zaman Bediüzzaman’ın, “Ümidim kavîdir ki: Çok mâsumların kalblerinden hararet-i hüzünle tebahhur eden ‘ay’, ‘vay’ ve ‘ah’lar, rahmetli bir bulut teşkil edecektir. (Divân-ı Harb-i Örfî, 52) Bediüzzaman’ına bundan tam bir asır önce Hutbe-i Şâmiye’de “ye’sin (ümitsizliğin) rağmına olarak bütün dünyaya işittirecek derecede kat’î kanaatle müjdelediği istikbâl tahakkuk edecektir: “İstikbâlin kıt’alarında hakîkî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir.” “İstikbâl, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacaktır…” (82-84) Vefâtının yıldönümünde rahmetle anıyoruz… 04.09.2010 E-Posta: [email protected] |