Vehbi HORASANLI |
|
Hong Kong’ta ehl-i kitap düşünceleri |
Hong Kong’tan yurda dönerken ister istemez sayıları milyarlar ile ölçülen Çinlileri düşündüm. Ne yazık ki bunların çok büyük çoğunluğu dinsiz. Komünizm’in en acımasızca olanını Mao uygulamış ve bu ülkede inançlı insan neredeyse hiç bırakmamış. Zaten Çin’de Müslümanlar 20. yüzyıl başında büyük bir kıyıma uğramışlar, 1950’de ise bütün inançlı insanlar ortadan kaldırılmış. Tek tük bir Budist karşınıza çıkabiliyor, fakat onlar bile büyük bir yıkım görmüşler. Küçücük dünya menfaatleri insanları baştan çıkararak kutsal değerlere karşı gelmesine sebep olabiliyor. Materyalizm yani güç ve kudreti maddede arama fikri insanları pek derinden etkilemiş. Dinsizlik her yerde kol geziyor. Komünizm öldü ama tahribatı öyle etkili oldu ki insanlık hiçbir devirde bu kadar kötü duruma düşmemişti. Kendisini dindar olarak tarif edenler bile materyalizmin kıskacına girmiş durumda. Para kazanmak, rahat ve lüks içinde olmak birçok insanın yegâne yaşam felsefesi olmuş. Sabahtan akşama kadar üç kuruş para peşinden koşup dinlenme zamanlarını da medeniyet fantezileri ile geçirmeyi marifet sanan insanların sayısı çoğalmış. Hele hele Çin gibi yerlerde tamamen dünyaya dalmış boş şeyler ile kendilerini avutan insan sayısı milyarları buluyor. Hong Kong’daki camide konuştuğum Hintli bir Müslüman’a niçin namazlarda Çinli Müslümanlar yok diye sordum. Zira camide tek tük bir Çinliye rastlanıyordu. Bana “parayı çok seviyorlar” dedi. Diğer bir Pakistanlı ise Çinli bir imamın bulunduğu başka camiye gidiyorlar dedi. Fakat Çinli Müslümanlarda da para kazanma hırsının her şeyin önüne geçmiş durumda olduğunu öğrendim. Allah’tan tasavvuf yolu ile İslâm’a hizmet etmeye çalışan insanlar var. Camilerde medreselerde Kur’ân öğretip İslam’ı yaymaya çalışıyorlar. Onlarda olmasa felaketin boyutları çok dehşetli olacaktı. Fakat tasavvuf yani tarikatların yöntemleri günümüz insanlarının dini ihtiyaçlarına artık yeterli gelmiyor. Zira insanların değer yargıları çok değişmiş. Eskiden bir ülkede sadece birkaç dinsiz bulunurken şimdi küçücük bir kasabada bile onlarca, yüzlerce bulunabiliyor. Bunlar daha önce toplum baskısı ile kendilerini gizliyorken, şimdi açıktan açığa dine ve dindarlara saldırıyorlar. Bir kısım cahil insanlar anlamını bilmeden İslâm’ın özü olan Şeriata dil uzatıp hakaret edebiliyor. Bu konuda Bediüzzaman’ın eserlerini ve açıklamalarını dikkatle okumak gereklidir. Onu dinlemeden fikir yürütmek insanı hem mahcup, hem de mesul eder. Ehl-i kitapla diyalog konusuna kökten karşı çıkan bazıları, oturduğu yerden ahkâm keseceğine bir de Çin’i görsün bakalım. İçinde bir parça merhamet duygusu taşıyan insan, bu büyük dinsizlik faciası karşısında neler yaşayacaktır. İnsanlığın bu derece sukut ettiği ve dinsizliğin kol gezdiği Uzakdoğu ve Çin’de “Ehl-i kitap ile iyi ilişkiler kurmak gerekli mi, gereksiz midir?” sorusunu iyi düşünmeyi tavsiye ederim. Aslında Çin bariz bir örnek olduğu için üzerinde duruyorum. Bugün başta Avrupa olmak üzere bütün dünyada dinsizlik kol geziyor. Kiliseler, havralar kapanarak yok olmaya başlamış. Her yerde, ahlâksızlığın her türlüsünün yapıldığı eğlence yerleri açılmış. Avrupa’da bazı Hristiyanların “Kilisemiz bataklığa dönmesin” diye cami yapılması için karşılıksız olarak Müslümanlara hibe ettiği bir dönemde, bazılarının yaptığı gibi, ehl-i kitabı ve Hristiyanları acımasızca yermek, onları düşman edinmek, dinimize uygun mudur? Bu sorumun dikkatle düşünülmesini isterim. Bediüzzaman “Hristiyan ve Musevilerle dost olmayın” âyetini tefsir ederken bu konuyu gayet açık ve çarpıcı bir örnekle dile getirmiştir. “Ehl-i kitaptan bir eşin varsa elbette onu seveceksin” diyerek âyetteki “Dost olmayın” kelimesini “onların yanlış hareket ve inançlarına dost olmayın” şeklinde izah etmiştir. Evet, dinsizliğin her yerde insanlığı yakıp yıktığı âhir zamanda, Müslümanlar, aralarındaki kin, kavga ve nizayı bırakmalı; hatta Hıristiyanların dindar ruhanileri ile dahi iyi ilişkiler kurmak zorunda olduğunu unutmamalı. Bunun için “diyalog kurmak” acil ve elzemdir. İslâm’ı anlamaya ve öğrenmeye çalışan sayısız ehl-i kitabı yok saymak, hatta onlara düşman olmak gafletten başka bir şey değildir. Diyalog kelimesine neden bu kadar karşı çıkılır, anlam veremiyorum. Hazret-i Resulullah (asm) ehl-i kitaptan olanlar ile müşriklere yani Allah’a ortak koşarak onu inkâr edenlere karşı ittifaklar kurmuştu. Zira müşrikler sadece İslâm’a değil, Hristiyanlık ve Museviliğe de karşı idiler. Bizler de günümüzde büyük güç kazanan materyalizme diğer bir deyişle dinsizliğe karşı ehl-i kitapla iyi ilişkiler kurmak zorundayız. Aksi takdirde Çin’de olduğu gibi maazallah bu dinsizlik canavarı bütün insanlığı yutacak. İşte ateşleri her yeri sarmış, hatta evimizin içine dahi girmiş, içinde evlâdımız yanıyor. Buna karşı mücadele veren bir avuç insanı, belli bir kesimin yaptığı gibi, ağır hakaretlerle yermek, hatta din dışına atmak büyük bir haksızlık, dehşetli bir günahtır. Böyle yapanlara, sadece “zillet içinde diyalog kuranlar” ifadesini kullandıkları takdirde kısmen katılabilirim. Elbette bir Müslüman onurlu ve vakarlı olmak zorundadır. İzzetini muhafaza etmeden diyalog kanallarını açık tutmak İslâmiyet’e hıyanet anlamını taşır. Fakat bunun dışında İslâm’ı dünya düzeyinde yaymak için başta Hıristiyanlarla görüşme yani diyalog kurmak “emr-i bi’l-maruf” tanımına girer ki bu da farz bir ibadettir. Müslümanların çekmiş olduğu sıkıntıların en büyük sebebi zamanın büyüğünü, açık bir ifade ile Bediüzzaman Said Nursi’yi dinlememektir. Bütün olaylara siyasî mülâhazalarla bakmak büyük bir körlük, hatta ahmaklıktır. Dünya hayatı siyaset ve politikadan ibaret değildir. İslâm’ı yaymayı hayatının en önemli görevi olarak sayanlar, siyasete baktıkları vakit, çok dikkatli olmalı, haddini aşan söz ve davranışlardan uzak durmalıdırlar. Ne yapıp edip Bediüzzaman’ı anlamaya çalışmalı, yüzeysel ve önyargılı yaklaşımlarla onun eserlerini okumak yerine onun dâvâsını anlamaya çalışmalı, yoğunlaşmış olduğu “iman kurtarma” hizmetini öğrenmeye çalışmalıdır. İslâm’ı kan dökerek ve zorla insanlara kabul ettirmeyi esas alan sözde din adamlarına değil; akla, kalbe ve fikirlere kumanda eden; akılları ve gönülleri Kur’ân hakikatleriyle fetheden Risâle-i Nur’a kulak verilmelidir, vesselâm… 10.09.2010 E-Posta: [email protected] |