M. Latif SALİHOĞLU |
|
İki seçim arası iki referandum |
Türkiye'nin—son 50 yıllık—demokrasi tarihinde, şimdiye kadar toplam altı kez referanduma (halk oylaması) gidildi. Bunların ilk ikisi, 1960 ve 1980 darbesinden sonra yapıldı. Cuntacıların siparişiyle hazırlanan anayasalar, tek yanlı bir propaganda ile halka dayatılarak kabul ettirildi. 61 Anayasası, yüzde 61,5 kabul oyu görürken, 82 Anayasası ise, yüzde 91,5 oy oranıyla kabul gördü. 3. ve 4. referandum ise, 1987 ve '88 yıllarında yapıldı. 13 Kasım 1987'de darbecilerin tasarrufu olan "siyasî yasaklar"la ilgiliydi. Referandum, bıçak sırtında bir küsûratla yasakların kalması yönünde neticelendi. (NOT: Araya genel seçimler girdi: 29 Kasım 1987) 25 Eylül 1988'de ise, "5 yılda bir yapılan mahallî seçimlerin 4 yıla indirilmesi" şeklindeki teklif, yüzde 65 oy oranıyla reddedildi. Türkiye'de yapılan son iki referandumun diğerlerinden farkı, her ikisinin de iki genel seçim arasında (2007–2011) gerçekleşmiş olmasıdır. Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesini netice veren 21 Ekim 2007 tarihli referandumda yüzde 31 "Hayır" oyuna mukabil yüzde 69 "Evet" oyu çıktı. (Buna göre, 12. Cumhurbaşkanı halkın oylarıyla seçilecek demektir.) 12 Eylül 2010'da yapılan ve 82 Anayasasında kısmî değişikliği öngören son referandumda ise, "Hayır" oyları yüzde 42, "Evet" oyları yüzde 58 şeklinde neticelenmiş oldu.
Gündem, genel seçim
Hararetli yaz günlerini referandum maratonuyla geçiren Türkiye'nin şimdiki siyasî gündemi "genel seçim"ler. Normal seçim tarihi: Temmuz 2011. Yani, 9–10 ay sonra. Ne var ki, seçimin bunaltıcı Temmuz sıcağında olmasını partilerin hemen hiçbiri arzu etmez. Bu sebeple, genel seçimlerin erkene alınması, yahut öne çekilmesi kuvvetle muhtemeldir. Seçimlerin normal zamandan önce yapılması ihtimalinin—sıcağın dışında—daha başka sebepleri de var. Birincisi: Muhalefet partileri, referandum sürecinde "Evet"e kaptırmış oldukları seçmenlerinin AKP'ye transferini önlemek için. İkincisi: İktidar partisi, galip gelen "Evet"in sinerjisini genel seçim atmosferine yansıtmak için. Zuhur eden hemen bütün sebeplerin ittifakıyla, genel seçim tarihinin daha erkene alınması kaçınılmaz gibi görünüyor.
Büyük Otogarın büyük çilesi
İstanbul Esenler'deki Büyük Otogar'ın bilhassa "yolcu girişi" kısmında yaşanan sıkıntı, cidden dayanılmaz boyutlara ulaştı. Hafta sonu ve bayram günleri ise, yolcuları iyiden iyiye bunaltan, sinirleri tahrip eden bir çileye dönüşüyor. Evvelki gün akşam saatlerinde, neredeyse bir fâcia yaşanacaktı. 50 yolcu kapasiteli bir otobüsle, vasatî 1,5 saatlik bir yoldan geldik. Ancak, hiç mübâlağısız tam bir saat müddetle otogarın giriş kısmında çile doldurduk. Otogarın labirentten farksız, üstelik çukurlu tümsekli zeminindeki geçitleri tamamen kitlenmiş durumdaydı. Yolcular, bir saat beklemekle sıkıntıdan patlayacak duruma geldiler. Bagajsızlar için kapıları açtılar. Onlar indi, gitti. Bagajlı ve bilhassa bebekli/çocuklu aileler ise, bazıları çıldırma noktasına geldi. Rahatsız olan çocuk ağlamalarına hiç susmayan telefon sesleri de karışınca, 45–50 yaşlarındaki bir şahıs kendini kaybetti ve etrafı yumruklamaya başladı. Adam neredeyse otobüsün camlarını kırıp indirecekti ki, nihayet bir saat sonra perona yaklaştığımız müjdesi verildi. Otogarın çıkışında ciddî bir sıkıntı yaşanmıyor. Ancak, giriş kısmı normal zamanda dahi yolcuyu canından bezdirecek kadar berbat mı, berbat bir durumda. Buna bir çare bulması gereken ilgililere, sorumlulara duyrulur.
Tarihin yorumu 14 Eylül 1920
İçki yasağının ağır bedeli
Millî Mücadelenin merkezi olarak Ankara'da teşkil olunan (23 Nisan) Millet Meclisinin ilk gündem maddelerinden biri "men–i müskirat" meselesiydi. Aylar süren tartışmaların ardından, "Men–i Müskirat Kànunu" nihayet 14 Eylül 1920'de kabul edilerek yürürlüğe kondu. Böylelikle, Mîsak–ı Millî sınırları içinde alkol ve sair sarhoşluk veren maddelerin üretilmesi, satılması ve alenen kullanılması kànunen yasaklanmış oldu. * * * Bu konuyu Meclis'in gündemine getiren kişi, Trabzon mebusu Ali Şükrü Beydir. Alkol yasağı teklifine karşı çıkan ve bu sebeple Ali Şükrü Beyle ciddi tartışmalar içine giren kişi ise, M. Kemal oldu. Böylelikle, Meclis kendi içinde ikiye bölünme sancıları çekmeye başladı. Ancak, bu bölünme hali, savaşın bitimine kadar gizli ve perde altında kaldı. İstiklâl Harbi biter bitmez, bölünme sancısı yeniden şiddetlendi ve patlama noktasına geldi. İçkiyi yasaklatan, Lozan'a karşı çıkan ve nihayet Bediüzzaman'ın on maddelik "Beyannâme"sini matbaasında tab'ettiren Ali Şükrü Bey, Çankaya muhafız komutanı Topal Osman'a boğdurulmak sûretiyle bertaraf edildi. Topal Osman Ağanın kim/kimler tarafından cinayete azmettirildiğini meçhûl kılmak için, Ağanın kendisi de kurşunlanarak öldürüldü ve her ihtimale karşı kafası kesilerek cinayetlerin üstü kalın ve karanlıklı bir perde ile örtülmüş oldu. Aradan 90 yıllık bir zaman geçmiş olmasına rağmen, Ankara'da işlenen siyasî cinayetlerin üzerindeki sis perdesi, ne yazık ki hâlâ izâle edilebilmiş değil. 14.09.2010 E-Posta: [email protected] |