Saliha FERŞADOĞLU |
|
Hayata dair |
Ne vakit üzülsem, neşesiz ve keyifsiz olsam kendimi mutfakta bulaşık yıkar, ocağı cifle temizlerken buluyorum. Yavaş yavaş düşüncelere dalarken, duruluyor, kendime geliyorum. Bir işle meşgul olmanın verdiği rahatlatıcılığın yanı sıra temizlik duygusunun ferahlatan yönü de cezb ediyor biz kadınları. Çevremdeki kadınlara sordum; aldığım cevaplar hep birbirine benzer. Kimi çaydanlığı ovalıyor, kimi yemek yapıyor, kimi yeni bir pasta tarifiyle yeni tatlar ortaya çıkarırken kendini rahatlatıyor, ruhundaki sıkıntıyı, telâşı, bezginliği gideriyordu. İlginçtir bazen temizlik olayını abartan, işi titizlik boyutundan hastalığa götüren insanlarla karşılaşırız. Kızarız onlara, çamaşır suyunu, cifi, yağ sökücüyü çok fazla kullandıkları için. Bedenlerini zehirlediklerini düşünerek hemen uyarıveririz. Ama fark etmeyiz; kim bilir nasıl bir halet-i ruhiyeye sahipler… Ne düşünceler eşliğinde gece gündüz demeden kendilerini temizliğe verirler? Hangi sıkıntıya kapılıp, kasvetlerinden arınmak istercesine ha bire ovalayıp dururlar lavaboları, demlikleri… Hiç düşündünüz mü? Bir kere olsun anlamaya çalıştınız mı onları? Sadece burun kıvırıp, çok fazla su, deterjan harcıyor diye azarladık değil mi? * ** Sanal âlemde sosyal olduğunu dile getiren birçok insan; birebir iletişimlerde başarısız oluyor. Evet, bu konuda oldukça iddialıyım. Herhangi bir yolculuk esnasında, insanlar çevresindekilerle konuşmamak için surat asıyor, en ciddî halleriyle vurdumduymaz takılıyor ve daha da ötesi geriliyorlar. Şehirlerarası yolculuk yapan bir otobüste yerimi alıyorum. Benim yaşlarımdaki yol arkadaşıma, hayırlı yolculuklar nidasıyla iyi dilek temennilerimi iletiyorum. Sadece yüzüme bakıyor; kafasını çeviriyor yahut kimisi yarım yamalak teşekkür ediyor sesinin en tiz, titrek tonuyla… Başka bir yolculuk esnasında paldır küldür yanıma oturan bir aile, yolculuğun ortasında işleri düştüğü için birkaç soru soruyor, sonra teşekkür bile etmeden kendi sohbetlerine devam ediyor. Hayretle izliyorum insanları; taaccübüm zihnimi, kalbimi geçiyor; ruhumu eziyor. Biz ne zaman bu kadar uzaklaştık birbirimizden? Selâmı sabahı ne zaman kestik ansızın, birden? * Bazen içimizdeki kırgınlığımız o kadar büyüyor ki, nefes alamaz hale geliyoruz. Karada can çekişen balık misali çırpınıp duruyoruz. Her şey üstümüze geliyor. Kime anlatsak derdimizi, az bir az dinliyor, sonra o da içini dökmeye girişiyor. Derdine derman bulunamamış bir hasta gibi bekliyoruz. Canımız sıkılıyor, ama niçin, sorularıyla gezinip duruyoruz. Oyalanmak için sokağa çıkıyor, alış veriş yapıyor, dergi kitap karıştırıyor, televizyon izliyor, komşu gezmelerinde soluklanıyor; yine de kendimize gelemiyoruz. Böylesi buhran anlarında sıkılan ruhumuza tek bir yol deva oluyor: Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur (Rad Sûresi, 28). Biraz İnşirah Sûresi, biraz Asr Sûresi… En çok da içinden geldiği gibi Rabbinle konuşmak… Yok, başka çaresi… 15.09.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (25.08.2010) - Şehir çocukları (18.08.2010) - Haydi, bana Cenneti anlat! (21.07.2010) - Delilikten dervişliğe (14.07.2010) - Kâinat senfoni orkestrası (30.06.2010) - Umut toplayıcısı |