Ali FERŞADOĞLU |
|
Sebeplerin, tabiatın yapması veya kendi kendine olması aklen imkânsız |
Hiç şüphesiz akıllı/şuurlu varlıklarız. Değil bir san’at eserini, alelâde bir âleti, yığma bir duvarı sebeplerin, tabiatın yaratamayacağını veya kendi kendine olamayacağını, basit bir mantık yürütmeyle anlayabiliriz. Meselâ bütün varlıkların yapı taşı olan atomu/molekülü ele alalım... Bütün varlıklar moleküllerle örülür. Yani aynı atom, hava zerresi iken suya, sonra toprağa geçer; sonra ağaç yaprağı, sonra insan, sonra insan kulağı veya iç organlarından birisinde görev alır. Bir insan, akıllı/şuurlu olduğu ve yüz milyarlarca atomdan meydana geldiği hâlde, atomun tek başına görev aldığı unsurları bilmiyor, tanımıyor. Değil o san’at eserini yapması... Meselâ bir zerrenin kendi kendine iş yapabilmesi için sonsuz bir ilme, görmeye, işitmeye, iradeye, kudrete vs. sahip olması gerekir. Çünkü bir atomun meydana gelebilmesi ve bir hücrenin iş yapabilmesi için kâinatın bütün unsurlarını tanıması lâzımdır. İşte, o atom veya hücre, insanı tanımalı. Bu yetmiyor. Tek tek, bütün organlarını bilmeli. Bu da yetmiyor. İnsanın bütün akrabalarını, geçmiş ve geleceğini de bilmeli. Ki, esas unsurlarda ve akrabalık bağlarında benzetsin, ama bir de “alâmet-i farika” denen, farklı bir işaret koysun... Evet, “Zerre/atom, hücre kendi kendine oldu, tabiat yaptı ve sebepler icat etti” diyen, onun bin Eflatun dehasından daha yüksek bir dehaya sahip olması gerektiğini kabul etmelidir. Diğer taraftan, biz biliriz ki, “Olmayan veremez!” Yani kendisinde parası olmayan para, yemeği olmayan yemek, kalemi olmayan kalem veremez. Zerrenin/atomun görme, işitme gibi özelliklerinin olmadığını biliyoruz. Öyle ise, ineğin gözüne girip görmesi, insanın kulağına girip işitmesi mümkün değildir. Kezâ atomlarda ilim gibi özellik, sevme, hürmet, nefret, korku gibi duygular yoktur. İnsan zerrelerden/moleküllerden oluştuğuna göre, bu özelliklerin bu özelliklere sahip olan birisinden gelmesi gerekir. Dolayısıyla zerreleri, sebepleri, tabiatı yaratan zatın, sonsuz görme, işitme, bilme, irade ve kudreti olması gerektir. Çünkü bir zerrenin sonsuz bağlantıları vardır. Şu hâlde, atom/zerre, hücre, unsur, bitki, hayvan veya insandaki bütün bu özellikler, sonsuz ilim ve kudret, yani sonsuz isim ve sıfatlar sahibi Yaratıcı’dan gelmektedir. Seküler anlayışa sahip olan bir ilim adamıyla, tabiatın, sebeplerin yapamayacağını, kendi kendine hiçbir şeyin olamayacağını konuşuyorduk. Bir ara ona, eskiden duyduğum şu örneği, hem de müşahhas birisini göstererek verdim: “İşte şu yarı deli, elbisesiz, parasız, çulsuz pulsuz adamı tanıyorsunuz ve görüyorsunuz. Bir saat sonra grand tuvalet, şahane elbiseler giymiş, deste deste paralarla karşımıza çıktığını görsek ne gelir aklımıza?” “Ya birisi verdi, ya bir yerden aldı veya çaldı!” “Derinlemesine düşünün; başka bir ihtimal var mı?” “Tabiî ki yok!” “Şimdi başta zerre/atom, hücreyi veya önce pek çok zerreden oluşmuş arıyı düşününüz. Bu harika besin ve şifa özelliği olan balı yapma işini nasıl yapıyor? Kendisinin aklı, zekâsı, ilmi, iradesi vs. var mı?” “Hayır!” “Ama sonuçta bu muhteşem işi yapıyor! Öyle ise, iki ihtimal vardır: Serçe parmağımızın 15’te biri olan arı, bal yapma san’atını ya bir yerden çaldı veya birisi verdi… “Arı hangi akıl, hangi ilim ve hangi irade ve kudret ile alacak veya çalacak? “Öyle ise, ona kâinatın sahibi bu özelliği vermiştir... “İşte, hücrelerden bitkilere, hayvanlara, unsurlara, yıldızlara ve Samanyolu’na kadar her varlığı buna kıyas edebiliriz. Ne atomda, ne hücrede, ne unsurlarda, ne de tabiatta akıl/ilim/irade/kudret vardır… Ki, bir atomun yaratılması için de kâinat fabrikası lâzımdır! Demek ki, atomu da, kâinatı da yaratan, bunların dışında sonsuz bir ilim, irade, kudret gibi sonsuz isim ve sıfatlar sahibi olan Yaratıcı’dır...” 15.09.2010 E-Posta: [email protected] [email protected] |