M. Latif SALİHOĞLU |
|
CHP liderlerinin ortak kaderi |
Hindistan'ın millî kahramanı Gandi'ye (*) benzetilerek CHP'nin başına getirtilen Kemal Kılıçdaroğlu'nu zor günler bekliyor. Referandumda "Hayır" cephesinin başını çeken "Gandi Kemal", zar–zor ulaşılan yüzde 42'lik oy oranı sebebiyle, kendi partidaşları tarafından başarısızlığa mahkûm edilmiş durumda. Makamına oturduğu Baykal ve ekibinin seslendirmeye başladığı "Olağanüstü Kongre" çağrısı, hiç şüphe yok ki, Kılıçdaroğlu'nu parti liderliğinden uzaklaştırmaya yönelik bir işaret taşıdır. Bu çağrının, dozu giderek yükselen bir koroya dönüşmesi kuvvetle muhtemel. Baykal'ın geri dönüp tekrar partinin başına geçip geçmeyeceği şimdilik meçhûl; ancak, "Gandi Kemal"in liderliği sallantıda. O makamdan düşmesi halinde ise, selefi (Baykal) ile karşı karşıya gelmesi, partideki liderlik geleneğinin değişmez ve hatta kaçınılmaz bir neticesi olarak tezahür edecek gibi görünüyor. Zira, bu partinin liderlerine yakıştırılan, yahut yapıştırılan "Millî Şef, Gandi, Karaoğlan..." gibi ünvanlar bile durumu düzeltmeye vaziyeti kurtarmaya yetmemiş, yetmiyor. * * * CHP genel başkanlarının ortak bir özelliği, yahut kaderî bir müşterekliği var ki, hayli dikkat çekici bir görünüm arz ediyor. Şöyle ki: "Ebedî Şef" nâmını verdikleri partinin kurucusu ve ilk başkanı olan Mustafa Kemal, "Millî Şef" diye ilân ettikleri ikinci başkan Mustafa İsmet'e dargın gitti. (İnönü, hasta ziyaretinde bulunmadığı gibi, cenazesine dahi katılmadı.) İsmet Paşa, "Karaoğlan" diye efsaneleştirilmek istenen Mustafa Bülent'le küskün ayrıldı bu dünyadan. Bülent Ecevit, bir ara "Yağızoğlan" etiketi yapıştırılan Deniz Baykal'a bir küstü ki, pir küstü. Deniz Baykal'ın muammalı "kaset şantajı" ile alaşağı edilmesinin hemen ardından, bu sefer "Gandi Kemal"i ileriye sürdüler. Zannetiler ki, ona bu ünvân yapıştırılınca, o da tutup "Mahatma Gandi" gibi başarıdan başarıya koşan efsanevî bir lider olacak. Ama olmadı, olamadı, olamaz da... Her ne ise... Şimdilerde, yeni bir dönemece, yahut yeni yol çatısına gelinmiş bulunuyor. Bakalım gidişat nasıl olacak: Bunların durumları da eski genel başkanlarına mı benzeyecek; yoksa, bu partide yeni bir hâl mi olacak? Pek yakında belli olur. ............................................ (*) Mahatma Gandhi (1869–1948), İngiliz sömürgeciliğine karşı Hindistan halkının uyanışına, şuurlanmasına ve müsbet hareket dairesi içinde kalarakmücadele edilmesine öncülük eden efsanevî bir liderdir. Onun şu sözü, fikir ve inancının veciz bir ifadesidir: "Şiddetten uzak durmak, inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda, benim itikadımın da değişmez son maddesidir."
Tarihin yorumu 17 Eylül 1961 İnsanın vahşisi daha tehlikeli
Günün tarihi yazısına, Yassıada zindanlarında dayanılmaz çilelere mâruz kalan büyük şair Faruk Nafiz Çamlıbel'in bir dörtlüğüyle başlayalım:
Adem evlâdı boğarken baba bir kardeşini, Basıyor bağrına hemcinsini, müşfik canavar. Beşerin zıddına, hayvan soyu insanlaşıyor, Yiğidin şefkati yok, lâkin itin şefkati var.
Doğrudur. İnsanın vahşisi, canavarın vahşisinden çok daha tehlikelidir, çok daha muzırdır. Zira, vahşi hayvanları dizginleyen Cenâb–ı Hak, insanların dizginini serbest bırakmıştır. Dolayısıyla, insanın kalbinden bir kere şefkat, merhamet çıktı mı, yapmayacağı kötülük, irtikâp etmeyeceği zulüm yoktur. İşte, bu zümreye dahil olan gaddar zâlimler, bundan yarım asır önce öylesi zulüm işlediler, öyle bir fenâlık yaptılar ki, insanlık sayfasında kıyamete kadar silinemeyecek bir kara leke teşkil etti. * * * Menderes ve arkadaşlarını iktidardan düşürüp idam ettiren (16–17 Eylül 1961) gaddarlar, bu yaptıklarıyla da yetinmediler. Zulümlü baskılara aynen devam ettiler. Lider kadrosunu biçtikleri Demokrat Partinin fikir ve misyonunu bitirmeye, onu tarih sahnesinden de bütünüyle silmeye yeltendiler. Daha sonraları yaşanan ve bir kısmı teşebbüs safhasında kalan darbe ve muhtıraların dayandığı temel gerekçe de, esasında Demokratlara duyulan iflâh olmaz kin ve intikam duygusudur. Düşünün ki, o darbeciler ve onların izinden gidenler, yapılan onca zulüm ve gaddarlıktan dolayı şimdiye kadar ne pişmanlık duydular ve de özür dilediler. Öyle ki, 1990'da Yassıada'dan Topkapı'ya taşınan üç "demokrasi şehidi"nin cenaze merasimine dahi katılmadılar. Üstelik, söz konusu olan bir "devlet töreni" olmasına rağmen... Fesubhanallah! Bu nasıl bir kin ve husûmet ateşidir ki, aradan yarım asırlık bir zaman geçmiş olmasına rağmen, bir türlü dinmek, sönmek bilmiyor. Demek ki, Üstad Bediüzzaman'ın Çam Dağında canavar sürüsünden havf eden bir talebesine söylediği gibi "İnsanın vahşisi, o canavarlardan daha tehlikelidir." 17.09.2010 E-Posta: [email protected] |