Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Yargı ve halk |
Referandum sonuçları belli olduktan sonra yargı cenahından iki mesaj verildi. Bunlardan biri, paketin resmen yürürlüğe girmesinden sonraki 30 gün içinde yeniden yapılanacak olan HSYK'nın Başkanvekilinden geldi. Paketin kabulü ile ortaya çıkan durum için “geriye gidiş” yorumu yaptı Kadir Özbek, ama “Bu kadarını beklemiyorduk” dediği “evet” oyları için “Halkımızın çoğunluğunun tercihi bu yönde olduğuna göre, fazla söyleyebilecek birşeyimiz kalmadı” ifadesiyle, hayli zorlanarak ve kerhen de olsa “seçmenin iradesine saygı” mesajı vermiş oldu. Buna karşılık, Yargıtay Başsavcısı ayrı telden çaldı. “Yargıçlar olarak hukuk devletini ve yargıçların bağımsızlığını anayasa değişse dahi, yasalar değişse dahi korumak azmindeyiz” diye konuştu. Gerekçesini, “Çünkü yargı organı halkın temsilcisidir. Halkı temsilen bu görevini yapmaktadır” sözleriyle açıkladı. “Halkımız müsterih olsun” diyerek de, milletin yüreğini “ferahlattı!...” Oysa “Temsilcisiyiz” dediği halkın yüzde 58’i, referandumda anayasa paketine “evet” demişti! Başsavcının, “yargıçlar adına” temsilcilik izhar ettiği halkın içinde bu yüzde 58 yok mu? Yalçınkaya’nın halkı, “hayır” oyu veren yüzde 42’den mi ibaret? Ama bu yüzde 42’nin tümünün Yalçınkaya gibi düşündüğünü kim söyleyebilir? “Hayır” diyenlerin içinde, demokratikleşmeden yana olduğu halde, referandumu, iktidara tepkisini ortaya koyma fırsatı olarak görenler de yok mu? Ve Yalçınkaya’nın yüzde 58’e bakışı, “Aldatıldıkları için ‘evet’ dediler, yakında pişman olacaklar” gibi, “evet” diyenlere üstü örtülü olarak cehalet ve saflık izafe eden bir yaklaşımın mı ifadesi? Yürüttüğü canhıraş kampanyada halka “Hayır deyin” çağrıları yaptıktan sonra kendi sandığında oy kullanamayıp tarihe geçen Kılıçdaroğlu’nun referandum sonrasında yaptığı “Sosyoekonomik gelişmişliği ve eğitim seviyesi yüksek yerlerde büyüyoruz” yorumu da bu mesajla örtüşmüyor mu? Yani, “Evet diyenler yoksul ve cahil halk yığınları, hayır’cılar zengin ve okumuş kaymak tabaka!” Eğer durum bu ise, yeni CHP Başkanının miting meydanlarında ve TV konuşmalarında verdiği “yoksullara sahip çıkma ve kul hakkı yedirmeme” mesajları adresine ulaşamamış demektir... Aslında bu mesele, ayrıca üzerinde durulması gereken derin bir bahis. Ama şimdilik konumuz dışında olduğu için geçip, Yalçınkaya’nın “Yargı halkın temsilcisi” sözünü irdelemeyi sürdürelim. Altı okundan biri “halkçılık” olduğu ve adını oluşturan üç kelimeden biri de “halk” olarak telâffuz edildiği halde, bu ülkede yaşayan halkın büyük çoğunluğuyla bir türlü barışamayan CHP’nin yaşadığı derin ikilemin bürokrat diliyle bir kez daha ifadesi niteliğindeki bu beyan, son derece problemli ve çelişkili sonuçlar üretmeye elverişli. “Halka rağmen halkçılık” deyişiyle siyasî literatürdeki yerini alan anlayış, yine halkın temsilcilerini devirip idam eden 27 Mayıs darbesinin hazırladığı ihtilâl anayasası ile “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” denildikten sonra millet iradesine koşulan zoraki ortakların başına yüksek yargı organlarını yerleştirmiş; Meclisin üzerine Anayasa Mahkemesi, hükümete Danıştay ve partilere de Yargıtay Başsavcılığı bariyerlerini getirmişti. Yalçınkaya “Yargı halkın temsilcisidir” diyor ve yargı kararlarının başına “Türk milleti adına” ibaresi konuluyor; ama ne yazık ki, aynı yargıdan, halkın talep ve beklentileriyle de, adaletle de, vicdanla da tamamen çelişen kararlar sâdır olabiliyor. 27 Mayıs’ın, adalet tarihine kara bir leke olarak geçen Yassıada utancı bunun en tipik örneklerinden biri. Daha birkaç yıl önce Danıştay Başsavcısının “27 Mayıs ve idamlar toplumda coşkuyla karşılandı” diyebilmesi, yarım asır sonra bile, o zihniyetin hâlâ diri olduğunu göstermemiş miydi? 28 Şubat döneminde iyice yoğunlaşan ideolojik, siyasî ve çifte standartlı kararlar ayrı bir fasıl. Anayasa paketi, bütün bunları “halkın temsilcisi” olarak ve “millet adına” yaptığını söyleyebilen bu zihniyeti aşmak için yeterli olabilecek mi? 17.09.2010 E-Posta: [email protected] |