Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
İtidal çizgisi |
Yüksek Seçim Kurulu referandumun tarihini 12 Eylül olarak açıkladığında, “Ramazan boyunca iftardan sahura, sahurdan iftara halka paketi anlatacağız” diyenler olmuştu. Oylanacak paketin, iktidar partisince iddia edildiği şekilde bir “demokrasi devrimi” olmadığı, hak ve özgürlükler adına çok fazla birşey getirmediği yönündeki kanaatimizi ifade etmiştik. Bu sebeple, içerdiği eksik ve yetersiz doğruların yanında, gereksiz, hattâ yanlış bazı düzenlemelere de yer veren paketle ilgili tartışmalarda dikkat, sükûnet ve temkini elden bırakmayalım. Konuyla ilgili müzakereleri, paketin daracık ve problemli kapsamına hapsedip, onun üzerinden gergin polemiklere girişme tuzağına düşmeyelim. Onun yerine, paketi ve referandumu vesile kılarak, yeni, demokratik ve sivil bir anayasa ihtiyacını her ortamda gündeme getirelim. Böylece, bu gündemi, toplumda güçlü ve sağlam bir hukuk, demokrasi, hak ve özgürlük bilinci oluşturma fırsatı olarak değerlendirelim. Bunu yapabilirsek, Ramazan’ın manevî ve uhrevî kazanç açısından eşsiz bir fırsat oluşturan çok kıymetli vakitlerini, neticesiz, kısır, abes ve kırıcı polemiklerle heba etme tuzağına düşmemiş; tam tersine imanın özelliği ve İslâmın gereği olan hürriyet bağlamında verimli ve istifadeli bir “sosyal hizmet”e katkıda bulunmuş oluruz. Üstadın 102 sene önce meşrutiyet ve hürriyet bahislerini, âyet ve hadislerden, mezhep âlimlerinin içtihadlarından referanslar göstererek, İstanbul’un Ayasofya, Süleymaniye, Bayezid, Fatih gibi selâtin camilerinde anlatması (Eski Said Dönemi Eserleri, Divan-ı Harb-i Örfî, s. 121), bu noktada bizim için en güzel örneklerden biri. Demokrasi ve hürriyeti, onun izah ettiği tarzda şer’î kaynaklara dayandırarak açıklama gereği ve ihtiyacı, bugün hâlâ karşılanmayı bekliyor. Üstadın o zaman tek başına yaptığı bu çalışmanın, aradan geçen bir asır boyunca devam ettirilememiş olması, maalesef bugün içinde debelenip durduğumuz çok yönlü, çok boyutlu, derin, girift, karmaşık tıkanmaları netice verdi. Keşke anayasa paketi ve referandum gündemi bu tıkanıkların aşılmasını sağlayacak doğru, geniş ufuklu ve sağlıklı bir bakış açısıyla, meselelerin temelden çözümüne yönelik yaklaşımların önünü açacak bir fırsat olarak değerlendirilse... O zaman toplum olarak hepimiz rahatlarız. Gereksiz, ölçüsüz, sert ve keskin tavır ve söylemlerle, aramızdaki kardeşlik hukukunu zedeleme, hattâ sarsma tehlikesinden de korunuruz. Üstad bizlere, bilhassa bu gibi heyecanlı ortamlarda asla hatırdan çıkarmamamız icab eden çok önemli tavsiye ve ikazlarda bulunuyor: “Sakın, sakın, dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş olan dalâlet fırkalarına karşı sizi perişan etmesin...” (Kastamonu Lâhikası, s. 164) Referandum ve paket tartışmalarında da bu uyarıları dikkate alarak tavrımızı tayin edelim. Değerlendirmelerimizde itidali elden bırakmayalım. İfrata da, tefrite de düşmekten kaçınalım. Üstadın “Bazıları ‘Haydo,’ bazıları ‘Haydar Ağa’ derler, ben ‘Haydar’ diyorum” (Eski Said Dönemi Eserleri, Münâzarât, s. 289) sözüyle ifade ettiği denge çizgisinden asla şaşmayalım. Böyle ortamları, yeni fitneler çıkarma ve bunları körükleme fırsatı olarak kullanmak için pusuda bekleyenlerin oyun ve hesaplarını bozalım. Unutmayalım ki, tartışmaların hararet ve heyecanına kendimizi kaptırarak ve provokasyonların tuzağına düşerek sergileyebileceğimiz aşırı tepkiler, olayın sıcaklığı geçince derin mahcubiyetini duyacağımız vahim utançlarımız olabilir. Onun için, görüş ve tercihimiz ne olursa olsun, bunu ifade ederken dayatmacı ve çatışmacı tavır ve söylemlerden kesinlikle uzak duralım. Tartışmaları, karşılıklı saygıya dayalı bir fikir teâtisi zemininde yapalım; hele mübarek Ramazan’da birbirimizi incitmemeye dikkat edelim. 15.08.2010 E-Posta: [email protected] |