Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
YAŞ’tan sonra HSYK |
Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in “Kriz yoktu, sadece biraz fazla uzadı” dediği YAŞ atamaları bitti, devir-teslimler başladı, konuşmalardaki mesajlar mercek altına alındı. Org. Işık Koşaner’den sonraki Genelkurmay Başkanı gözüyle bakılan yeni Jandarma Genel Komutanı Org. Necdet Özel’in hukuk, insan hakları ve medya konusunda pozitif mesajlar veren bir konuşmayla görevini devrettiği yeni 2. Ordu Komutanı Org. Servet Yörük ise ayrı telden çaldı: “Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Türk ulusunu koruma görevini TSK’ya vermiştir. Bu görev onun bize vasiyetidir.” CHP’nin 35. madde için değişiklik teklifi verdiği bir ortamda, hükümetin onayı ile orgeneralliğe yükseltilen iki isimden biri böyle diyor. Yörük’ün, yakın zamanlarda polis tarafından durdurulan “TSK’ya ait mühimmat yüklü sivil kamyon”la ilgili sevk yazısında imzası bulunan komutan olduğuna dair haber de ayrı bir konu. Veto edilen Org. Hasan Iğsız’ın yerine Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirilen Org. Erdal Ceylanoğlu için ise “yandaş” cenahta “Çevir kazı, yanmasın” meseline uygun şekilde, “Canım, 28 Şubat’ta tankları kendi başına yürütmedi ki, Çevik Bir’in emrini uyguladı, hattâ başlangıçta direndi, yazılı emir gelince başka çaresi kalmadı, şimdiyse pişman” yorumları yapılmaya başlandı. Peki, aynı Ceylanoğlu KKK Eğitim ve Okullar Daire Başkanı iken orta dereceli askerî okul komutanlıklarına gönderdiği ve İmam-ı Gazalî, Erzurumlu İbrahim Hakkı, İbni Haldun, Ali Fuat Başgil, Şerif Mardin gibi isimlerin kitaplarını yasaklayan talimatı için de pişman mıdır acaba? Ve “tank yürütme” için onun adına pişmanlık tahminleri yapanlar, bu konuda ne düşünürler? Bir diğer nokta: Eğer tanklar Çevik Bir’in talimatı ile yürütüldü ise, Bir’den bunun hesabını sormak için bugüne kadar niye hiçbir şey yapılmadı? Darbelerle hesaplaşmaktan bahsedenlerin bu suale vereceği bir cevap olmalı değil mi? Sözü getirmek istediğimiz yer şurası: Demokrasimizi çifte vesayet altında tutan asker ve yargı ile ilgili tasarruflarda sadece kişiler üzerinden yapılan operasyonlar, temeldeki sisteme dokunulmadığı sürece bir işe yaramıyor. Şikâyet edilen vesayet, yeni kişilerle sürüyor. Bu, YAŞ’ta da böyle; onun ardından yeni bir kriz dalgasına daha sahne olduğu ifade edilen HSYK’da da. Gerçi Adalet Bakanı ve Kurulun Başkanvekili “Kriz yok” diyorlar, ama bazı ağır ceza mahkemesi başkanlarıyla başsavcı atamalarında anlaşamadıklarını da açıkça söylüyorlar. Böylece, geçen yıl da gündeme gelen ve bazı konuların dondurulup ertelenmesi suretiyle geçici olarak savuşturulan kriz tekrar nüksediyor. Bilhassa Ergenekon’a ve onunla bağlantılı dâvâlara bakan hakim ve savcıların değiştirilmesi, yıldırılması veya bugünkü HSYK’ya hakim zihniyetle uyumlu yeni üyelerin atanması suretiyle dâvâların seyrinin “istenen” şekilde yönlendirilmek istendiğine dair kuşkular yeniden depreşti. Tartışmaların, Ergenekon savcılarının en çok tanınanı, Sincan Hakimi ve Erzincan Başsavcısı gibi gündemdeki isimlerde odaklanması, meselenin yine kişiler üzerinden yürüdüğünü gösteriyor. İşin ilginç tarafı, evvelce de defaatle dikkat çekmeye çalıştığımız gibi, kurulun hakimler kanadında etkin rol oynayan isimlerden birinin, bizzat bu hükümet tarafından ödüllendirilip önce Yargıtay, sonra HSYK üyesi yapılmış olması. Tek başına bu örnek bile, kişiye dayalı formüllerin çözüm getirmeyebileceğini, hattâ bu konuda yapılan yanlış tercihlerin sorunu daha da ağırlaştırdığını göstermek için yeterli, değil mi? Olmadığı söylenen son “kriz” için seslendirilen iddialardan biri de, atama kararnamesi kurulda yine kilitlenirse, hükümetin konuyu referandum sonrasına erteletme niyetinde olduğu. Paket kabul edilirse HSYK yeni yapısı ve artan üyeleriyle konuyu değerlendirecek. Sorunun çözülüp çözülmeyeceği ise o zaman belli olacak... 13.08.2010 E-Posta: [email protected] |