Nejat EREN |
|
Bedel ödemek ve dostluğun gereğini yapabilmek |
“Dost” kelimesi çok sıcak, içten, samimî, hasbî, hâlis, sade, temiz ve kırıksız bir çizginin ifadesidir. “Dost” olup, “dost” kalabilmek ise onun hayata geçirilmesi, icrası ve tatbikatıdır. Kolay bir iş mi? Hele de bu asırda oldukça zor bir görev, zor bir iştir! Ama bu zaman ve zeminde, her şeye rağmen hâlâ bu duyguya sadık kalanlar bu topraklarda ve dünyada—az da olsa—var Elhamdülillâh ve dünya durdukça da kesilmeden devam edecek İnşâallah. Hele “Nur camiası” içerisindeki dostlukların çok ayrı bir yeri ve makamı vardır. Dünya durdukça unutulmayacak dostlukların en şahane örnekleri “sahabe mesleği” olan bu çizgide mevcuttur. Bir mü’min için en büyük dost şüphesiz ki Allah’tır. “Dost istersen Allah yeter!” hakikati bunu ifade ediyor. Gerçek mânâda kendini bilen bir Müslüman ve insan için Allah’ın ve Peygamberimizin (asm) dostluğu dünyadaki en büyük hazine ve sermayedir. Tebük Seferindeki son nefeste: “Suuuu! Suuuu!” diye bağıranlardan sekiz kişinin birbirlerine karşı gösterdikleri, “Tarihin Şeref Levhalarına” geçen misâllerine benzeyen bir örnekle konumuzu biraz açmaya çalışalım. Bir zamanlar, savaşın en kanlı günlerinden birinde, asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü görür. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındadırlar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omuzundan tutarak tekrar içeri çeker, “Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma” der. Fakat asker onu dinlemez ve kendisini siperden dışarıya atar. İnanılması güç, mu'cizevârî bir olay gerçekleşir, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaşır. Onu sırtına alır ve koşa koşa geri döner. Birlikte siperin içine yuvarlanırlar. Fakat cesur asker, yaralı arkadaşını kurtaramamıştır. Siperdeki diğer arkadaşı; “Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın” der. “Değdi!” der, gözleri dolarak, “Değdi…” “Nasıl değdi? Bu adam ölmüş, görmüyor musun?” “Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için.” Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarlar: “Geleceğini biliyordum! Geleceğini biliyordum!” Evet, karşılık beklenmeyen gerçek dostluk, bitmeyen bir “itimat ve güvendir”. “Geleceğini” bilmek. “Hizmetin Kalesinde”, doğru çizgide sağlam yerde durabilmek. Sebat etmek, ayrılmamak, aykırılığa düşmemek. Dostlarından aykırı düşüp kırılmamak, dostlarını da kırmamak. Dünyevî boş işler için dâvâ arkadaşını üzmemek, kalbini kırmamak, tenkit etmemek, gıybet etmemek, ona “zanlı” göz ve düşüncelerle bakmamak. Gönülleri hoş tutabilmek. Dostluk” demek; itimattır, güvenmektir ve güven vermektir. “Dostluk” demek; fedakârlıktır, diğergamlıktır, cefadır, katlanmaktır, vefadır, sebattır ve sadakattir. “Dostluk” demek; rüşvet ve karşılık beklememektir. “Dostluk” demek; maddî ve manevî menfaatlerden uzak olabilmektir. “Dostluk” demek; “Hakkın hatırını” yüce tutmaktır. “Dostluk” demek; acı da olsa doğruları her yerde, her zeminde seslendirebilmektir. “Dostluk” demek; samimiyet, dürüstlük, nezaket ve nezahettir. “Dostluk” demek; acılara, çilelere katlanmaktır, bu hayatın gerçekleriyle yüzleşmektir. “Dostluk” demek; barıştır, bağışlamaktır, selâmettir. Cenâb-ı Hak camiâmız, milletimiz, Müslüman kardeşlerimiz ve insanlık ailesi içerisindeki gerçek dostlukları ziyadeleştirsin ve köklü hâle getirsin İnşâallah. Bir asra yaklaşan bu kudsî dostluk çizgisini her ne pahasına olursa olsun, her şeye rağmen daha da sağlamlaştırmak, sahip çıkmak, kuvvetleştirmek, yaymak ve devam ettirmeyi ve gelecek yazımızı çok uzaklardan yeni dostluk ve hizmet haberleriyle süslemek dileğiyle duâlarınıza dâhil olmayı temenni ediyorum. 17.09.2010 E-Posta: [email protected] |