Dizi Yazı |
|
Zulmen idam edildi, rahmetle hatırlanıyor |
1978 yılıydı. Van’da Çarşı Karakolunun önünde İsmail Yaprak’ın (merhum) bakkal dükkânında oturuyorduk. Bu mütevazı mekânın müdavimlerinden birisi de o yıllarda Van’da Merkez Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü yapan İbrahim Ensari Ağabeydi. Bu zat, Bediüzzaman Hazretlerini askerliği döneminde Emirdağ’da ziyaret ederek, sohbetlerine mazhar olanlardandı. Aynı zamanda Bediüzzaman’la Menderes’in alâkadarlığını iyi bilen bir zattı. Bir gün yine gelmiş, fakat elinde bir poşet vardı. Bizi görür görmez: “Ben de seni arıyordum. Al, bunlar senin. Bunlar Menderes ve arkadaşlarına ait belgelerdir. Onların hikâyesidir. Depoyu temizlettirirken atılıvermişti bir kenara, değerlendirirsin diye sana veriyorum” demişti. Tomar halindeki belgeleri alarak eve gitmiş, sonra da saklamıştım. Aradan çok uzun yıllar geçmesine rağmen belgeleri büyük bir itina ile muhafazaya çalıştım. Belgeler zamanın Başbakanı Adnan Menderes ile Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun yanı sıra diğer bakan ve milletvekilleri hakkında düzenlenen 1960 tarihli Yüksek Soruşturma Kurulunun Yüksek Adalet Divanına sevkine “ittifakla” verilen kararlardı. Kararları ihtiva eden belgeler çok sayıdaydı. Bu kararların yanı sıra bir de çok sayıda fotoğraf ve o zaman Menderes ve hükümetiyle ilgili karikatürler de bulunuyordu. Türk siyasî tarihi içinde, Demokrat Parti döneminde ülkemizin kaderi değişmiştir. Özellikle hak ve hürriyetler konusunda birçok yenilik ve güzellikler ülkeye kazandırılmıştır. Peki, hal böyleyken, bu vatan evlâtlarının suçları neydi ki hayatları darağaçlarında sonuçlandı?
YENİ BİR KONJÖNKTÜR Adnan Menderes (merhum) ve arkadaşları bir araya gelerek parti kurarlar. Kurdukları partinin adını demokrasiyle özdeşleşen bir anlayışı esas alarak “Demokrat Parti” olarak seçerler. Uzun yıllar ülkeyi idare eden Tek Parti anlayışının hakim olduğu bir konjonktürü ıslâh edip yerine demokrasi unsurlarının hakim olacağı idareyi tesis edip, ülkeyi rahatlatma yolunu tercih ederler. Bu yolun aşılmasında çok badirelerin olduğu gerçeği de Adnan Bey ve arkadaşları tarafından bilinmektedir.
DEMOKRAT PARTİ'NİN KURULUŞU Tek Parti hakimiyetinin ülke ve insanına yaptığı olumsuzlukların çekilmez hale gelişi karşısında 7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti'nin kuruluşu tamamlanır ve halkın tabiriyle "demirkırat," tarih sahnesinde yerini alır. Artık çok partili bir devir de başlamıştır. 21 Temmuz 1946 tarihinde genel seçimler yapılmış, 21 Temmuz gecesi oy sayımı ilerledikten sonra bir açıklama yapılmış ve seçimleri DP’nin kazanmakta olduğu bildirilmiştir. Ama, açık oy gizli tasnif garabeti ile yapılan seçimlere hile karıştırılmış ve DP'nin iktidarı dört yıllığına gasp edilmiştir. (27 Mayıs’tan Yassıada Mahkemelerine Menderes R. Ş. Apuhan Timaş Yay. S.76) DP İKTİDARI Ülkede gerçekleşen 14 Mayıs 1950 seçimlerinde % 53 oy oranıyla iktidara gelen Demokrat Parti, Adnan Menderes başkanlığında 29 Mayıs 1950 tarihinde güvenoyu alır. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar hükümeti kurma görevini Adnan Menderes’e tevdi etmiştir.
TARİHİN AYNASINDAN BAKIŞ On yıllık başarılı icraatları ihtilâlciler tarafından cezalandırılan Adnan Menderes ve arkadaşları yargılanarak idam sehpasına çıkartıldı ve idam edildiler. İdam edilen bu vatan evlâtlarıyla birlikte birçok dâvâ arkadaşları da yargılanarak çeşitli zulümlere maruz bırakıldılar. Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam edilmelerinin ardından yarım asır geçmesine rağmen onlar ekser vatandaşlarımızın gönlünde taht kurdular. Peki, Adnan Menderes ve arkadaşları neden idam edildiler? Aynı dâvâya gönül veren onlarca arkadaşları neden yargılandılar? Vicdanlara ma’kes bulan bu sualler hep sorulmaktadır. Zulme maruz kalışlarının üzerinden elli sene geçmesine rağmen sorulan bu suallerin cevapları olması lâzımdır diye düşünenlerdeniz.
ADNAN MENDERES KİMDİR? 1899 yılında Aydın’da doğdu. Öğrenimini İzmir’de yaptı. Önce İttihat-ı Terakki İdadisi’nde, sonra Kızılçullu Amerika Koleji’nde öğrenim gördü. Kurtuluş Savaşı sırasında yedek subay olarak çeşitli görevlerde bulundu. Kırmızı şeritli İstiklâl madalyası aldı. 1930 yılında siyasete girdi. 1931 yılında milletvekili oldu. Bu arada Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1945’te kurulan Demokrat Parti’nin kurucuları arasına katıldı. 1946’da Kütahya milletvekili olarak meclise girdi. Meclis içi ve dışı çalışmalarıyla milletin sevgisini kazandı. 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti büyük çoğunlukla seçimi kazandı. Adnan Menderes başbakan oldu. İktidarda on yıl kaldı. İktidarı döneminde, memleketin maddî manevî kalkınmasında büyük katkıları oldu. Hastaneler, yollar, barajlar yaptırdı. Vicdan ve din hürriyetinin kâmil mânâda tezahürüne yardımcı oldu. Ülkenin refah seviyesi de böylece yükseklerde seyretti. Demokrat Parti’nin ve Menderes’in başarılarını çekemeyenler onu çeşitli ifsat komiteleriyle halkın nezdinde düşürerek işi tutuklamaya kadar vardırdılar. Sonunda Yassıada’ya sevk edildi. Yassıada’da Millî Birlik Komitesi’nin oluşturduğu Yüksek Adalet Divanınca yargılandı, Anayasa’yı ihlâlden onu, iki arkadaşıyla birlikte idam cezasına çarptırdılar. Hüküm 17 Eylül 1961’de İmralı’da yerine getirildi. Merhum Adnan Menderes’le alâkalı Yeni Asya Gazetesi’nden Kâzım Güleçyüz’ün 17 Eylül 2009 tarihli manidar bir yazısını birlikte paylaşalım.
Menderes ve Kadİr Gecesİ Bediüzzaman’ın “İslâm kahramanı” olarak tavsif ettiği şehit Menderes’i, 27 Mayısçılar tarafından vahşice idamının 48. yıldönümünde bir kez daha rahmetle anarken, merhum DP milletvekillerinden Atıf Benderlioğlu’nun rahmetli Ali Ulvi Kurucu’ya anlattığı Menderesli bir Kadir Gecesi hatırasını nakletmek istiyoruz. Adalet tarihine kara bir leke olarak geçen Yassıada yargılamalarında hapse mahkûm edilip diğer DP’lilerle birlikte Kayseri Cezaevine konulan Benderlioğlu, aslında yine DP milletvekili olup o da hapiste bulunan yakın dostu merhum Mustafa Runyun’u ziyaret için gelen Kurucu’nun bu vesileyle görüştüğü önemli isimlerden biri. Kurucu’nun “Nurlu, vakur, ibadete yalnız hapishane hayatında değil, eskiden alışkın bir siması vardı” dediği Benderlioğlu’nun hatırası şöyle: “Bir Kadir Gecesinde İstanbul’da bulunuyoruz. Adnan Bey bizi iftar için Park Otel’e dâvet etti. İftarı orada yaptık. Benim niyetim o akşam, hem Kur’ân-ı Kerim, hem de Delâil-i Hayrat hatimlerim vardı, onları tamamlamaktı. Fakat Adnan Bey, daha önce bana, Fatin Rüştü Zorlu’ya ve Hasan Polatkan’a, ‘Bu gece bir yere söz vermeyin, sizi bir yere götüreceğim’ demişti. Onlar da akşamdan sonra otele geldiler. “Menderes bizleri arabasına aldı, götürüyor, nereye gittiğimizi de söylemiyor. Derken, Fatih Camiine geldik. Cami dolmuş, avlu dolmuş, cemaat dışarı taşmış. Teravih kılınmış, millet vaazı dinliyor. Merhum dedi ki: ‘Arkadaşlar, bu millet, bu mübarek ve mukaddes geceyi nerede ve ne şekilde geçirir, görün diye sizi buraya getirdim. Bu manzara bu milletin ruhunun aynasıdır. Yağmur da, kar da, tipi de yağsa, bu gördüğümüz halk böyle mıhlanıp kalmıştır. İmanı onu ALLAH’ın huzurunda perçinlemiştir. Bu millet budur. Hicranım nedir arkadaşlar, biliyor musunuz? Bu kalabalığın içine girememektir. Böyle arabanın içinden seyretmek çok acıdır. Bizler milletten kopmuşuz, onun kalbine girememişiz. Kafesteki kuş gibi çırpınıyoruz, bizim halimiz budur.’ “Menderes bunları söyler, biz de öyle hicran, aşk ve şevk içinde hayretle bakarken, halk farkına vardı. ‘Menderes’ diye bir feryat koptu. “Baktık ki, cami içi bile boşalacak. Binler, arılar gibi geliyorlar. Arabanın içinde ezileceğiz. Menderes şoföre ‘Yavaş yavaş çekilelim’ dedi.” Tarihçe-i Hayat’taki o muhteşem “Önsöz”ün de yazarı olan Ali Ulvi Kurucu’nun, değerli araştırmacı ve yazar M. Ertuğrul Düzdağ tarafından derlenerek Kaynak Yayınları tarafından üç cilt halinde yayınlanan hatıralarının birinci cildinde (s. 284) yer alan bu hatıranın bir benzeri, Aydın Menderes tarafından da birçok defa anlatıldı. Menderes, çocuklarını da kandil gecelerinde tarihî selâtin camilerine götürüp, oralardaki manevî atmosferi teneffüs etmelerini sağlarmış. Kurucu, Benderlioğlu’na sorduğu “Beyefendi, Adnan Bey bizi bu kadar yaktı da sizi ne yaptı?” sualine ondan şu cevabı aldığını da aktarıyor: “Sevilen insanın sevgisi bambaşka olurmuş. Meğer biz Adnan Beyi, maiyetinde bulunduk, bizi bakan yaptı diye sevmezmişiz. Onun akrabası olan Ethem Menderes yüzünden başımıza epey belâlar da geldi. Fakat aramızdaki bütün maddî bağlar sona ermesine rağmen, bu zatın vefatına, anamıza, babamıza, kardeşimize ağladığımızdan daha fazla ağladık.” (a.g.e., s. 283) Bu hatıralar, 27 senelik tek parti diktasından sonra Türkiye’yi demokrasiyle, hak ve hürriyetlerle tanıştıran, ezan-ı MUHAMMEDîyi özgürlüğüne kavuşturan, dinî hayat üzerindeki baskıları kaldıran DP hareketinin başındaki sembol ismin ve arkadaşlarının ruh ve gönül dünyasına ışık tutan çok manidar ve ibretli mesajlar içeriyor. Ve gönüllerde taht kuran üç aziz şehidi, Menderes’le Zorlu ve Polatkan’ı, vefat yıldönümlerine tevafuk eden bir Kadir Gecesi sonrasında yine rahmetle, duâlarla, Fatihalarla anıyoruz. Diğer imanlı DP mensuplarıyla birlikte.
FATİN RÜŞTÜ ZORLU
20 NİSAN 1910 tarihinde İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni, Paris Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi ile Cenevre Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Dışişleri Bakanlığı’na bağlı bir çok görevde bulundu. 1952’de büyükelçiliğe yükseldi. NATO’da Türkiye daimî temsilciliğine getirildi. Siyasî hayatında 1957 Demokrat Parti’den Çanakkale milletvekili oldu. Menderes hükümetinde Başbakan Yardımcılığı, Devlet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yaptı. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nde tutuklanarak, yeni oluşturulan ve Cunta Mahkemesi olan “Yüksek Adalet Divanı” tarafından Yassıada’da yargılandı ve 16 Eylül 1961’de idam edildi. İdamından önce ailesine yazdığı bir mektup şöyledir: Anneciğim, Emelciğim, Sevinciğim ve Ağabeyciğim, Şimdi Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna çıkıyorum. Sakinim. Huzur içindeyim. Benim için üzülmeyin. Sizlerinde sakin ve huzur içinde yaşamanız beni daima müsterih edecektir. Bir ve beraber olun. Allah’ın takdiratı böyle imiş. Hizmet ettim ve şerefimi daima muhafaza ettim. Anne, siz sevdiklerimi muhafaza edin ve Allah’ın inayetiyle onların huzurunu temin edin. Hepinizi Allah’a emanet eder, tekrar üzülmemenizi ve hayatta berdevam olarak beni huzur içinde bırakmanızı rica ederim. Allah memleketi korusun. Merhum Fatin Rüştü Zorlu ile alâkalı Tarık Berk’in kaleme aldığı “Fatin Rüştü Zorlu Neden Asıldı? Yazısını manidar bulduğumuzdan sütunlarımıza alıyoruz.
27 Mayıs’ın Bilinemeyen Bir Yönü: FATİN RÜŞTÜ ZORLU NEDEN ASILDI? 27 Mayıs’ın üzerinden 48 yıl geçtiği bugünlerde gerçek nedeni hiç sorgulanmamış bir konuyu, dahası hiç sorulmamış bir soruyu ele almak istiyoruz: Fatin Rüştü Zorlu neden asıldı? Bu sorunun cevabını verirken, hayatı boyunca 27 Mayıs’ın, CHP’nin, İsmet İnönü’nün yanında olmuş, İnönücülüğü, katı laikçiliği tartışmasız bir sol Kemalist olan Cumhuriyet yazarı gazeteci-siyasetçi Orhan Birgit’in (öyle ki Orhan Birgit, 27 Mayıs sonrasından bir grup gazeteciyle birlikte “Yassıada Saati” adlı programı hazırlayan kişidir) kitabından [1] yararlanacağız. Önce özetlersek, Fatin Rüştü Zorlu’nun asılma sebebini şöyle açıklamak mümkündür: 1. Adnan Menderes’in bacanağı, Tevfik Rüştü Aras’ın damadı ve dolayısıyla Evliyazade ailesinin damadı olması. 2. Dışişleri Bakanı olarak neo-Osmanlı bir tavır sergilemesi, hariciyedeki ürkek ve pasif politikalara son verip Türk dışişlerinin emperyalizmi korkutan çıkışlar yapması. Bunlar arasında en önemlisi Kıbrıs konusunda izlediği millî tutumdu. Ayrıntıları Orhan Birgit’ten okuyarak anlamaya çalışalım: “Zaferi kazanan DP’nin Üçüncü Hükûmeti’ni de Adnan Menderes kurdu. Bakanlar Kurulu’nda yedi yeni bakan yer aldı. Çanakkale Milletvekili Fatin Rüştü Zorlu, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı oldu… Bayar’ın Cumhurbaşkanlığı’na yeniden seçildiğini söylemek gereksiz. Ama DP’nin dört kurucusundan diğer ikisi, yani Koraltan ve Köprülü’nün bu kez eski makamlarına gelemeyecekleri yolundaki basın tahminleri sadece temenniden ibaret kaldı. Refik Koraltan TBMM başkanıydı. Köprülü de şimdilik yine Dışişleri Bakanı’ydı. Adnan Menderes’in parlamentoya aldığı yeni çehre Fatin Rüştü Zorlu, Hoca’nın Dışişleri koltuğunu kısa bir süre içinde sallayacak ve yerini alacaktı. Köprülü, Türkiye’nin geleneksel dış politikasını, yani karınca ezmez bir politik yaklaşımı dikkatle uygulamayı sürdürüyor; koltuğunu devraldığı CHP’li Necmettin Sadak’ın Kıbrıs’a bakış açısını değiştirmiyordu. Bu yüzden de İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı sonunda birçok dominyonunda olduğu gibi Akdeniz’deki bu stratejik önemi hayatî olan adadaki egemenliği bırakmaya hazırlandığı bir dönemde Yunanlıların ilhak politikası gündeme gelince Türkiye, bakış açısının yanlışlığını gördü. Yeni Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü bu fark edişin asıl mimarı olacaktı. Ama bu alandaki hizmetlerinin değerlendirilmesi için, onun Yüksek Adalet Divanı’ndaki hazin sonunu izleyen uzun yıllar geçmesi gerekecekti. Zorlu, Londra ve Zürih Antlaşmalarını gündeme getiren, Kıbrıs Mukavemet Örgütü’nün oluşturulmasında rol alan bir “adam”dı. (http://www.stratejikboyut.com/yazi/fatin-rustu-zorlu-neden-asildi-404.html)
YARIN: HASAN POLATKAN
MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ |
17.09.2010 |