Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
“Başlangıç” ve Erdoğan |
Başbakana, anayasanın başlangıç kısmıyla ilgili görüşünü sorduğumuzu ve “Şu aşamada anayasanın içeriğiyle ilgili konuşmak istemiyorum” cevabı aldığımızı yazmıştık. Gerekçesini, “Anayasa gündeme geldiğinde ilgili bütün taraflar kendi görüş ve yaklaşımlarını ortaya koyacak ve sonuçta bir mutabakat arayacaklar. Henüz o aşamaya gelmeden, bağlayıcı bir beyanda bulunmayı uygun bulmuyorum” şeklinde özetlenebilecek ifadelerle ortaya koydu Erdoğan. Prensip olarak ve anayasanın bütünü açısından geçerli sayılabilecek bir gerekçe olabilir bu. Ama şimdiye kadar iki kez değiştirildiğini sorumuzda da vurguladığımız başlangıç kısmı için, genel demokrasi anlayışı ve prensipleri çerçevesinde bir değerlendirme yapılabilmeliydi. “Tamamen demokratik bir içeriğe sahip olması gereken yeni anayasada, demokrasiyle çelişen ifadelerin yeri olmamalı” denilebilmeliydi. Ve gerçek şu ki, söz konusu metinde, 12 Eylül ihtilâlini yapan iradenin antidemokratik karakterini yansıtan ideolojik ifadeler hâlâ duruyor. 1995 değişikliğinde, metnin 12 Eylül’ü öven ibareleri çıkarılmış; 2001’de de “hiçbir düşünce ve mülâhaza”nın Türklük ve Atatürkçülük v.s. gibi kavramlar karşısında korunma göremeyeceği ifadesindeki “hiçbir düşünce ve mülâhaza” kelimeleri “hiçbir faaliyet” olarak değiştirilmişti. Metnin mevcut halinden bazı bölümler: “Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve Onun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda; (...) “Hiçbir faaliyetin, Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliği karşısında korunma göremeyeceği (...)” Metnin bir başka pasajında “Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı” ibareleri de yer alıyor. Ve bunların alt alta sıralanmasıyla ortaya çıkan tablo, şöyle bir neticeyi önümüze koyuyor: Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir, ama bunu millet adına kullanmaya (darbeciler tarafından) yetkili kılınmış kişi ve kuruluşlar vardır. Bunlar hürriyetçi demokrasinin dışına çıkamazlar, ama bu demokrasi bu anayasada gösterilen “demokrasi”dir. Yani “Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı, onun inkılâp ve ilkeleri ile” şekillendirilip sınırları belirlenen bir “demokrasi.” Ve Türk millî menfaatleri, Türk varlığı, Türklüğün tarihî ve manevî değerleri, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliği karşısında hiçbir faaliyete izin vermeyen bir “demokrasi.” Metnin bu kısımlarının, Başbakan açısından dikenli, mayınlı ve tehlikeli bir alan oluşturduğu söylenebilir. Hele “Bunların asıl ve gizli niyeti, değişmez maddeleri kaldırıp devleti bir İslâm cumhuriyetine dönüştürmek” diyenler pusudayken... Ama cumhuriyete, demokrasiye, hukuka, laikliğe sahip çıkarken, darbeciler tarafından bunların arasına sokuşturulan ideolojik ve hiçbir hukukî-bilimsel geçerliliği olmayan kavramları cesaretle eleştirip reddedecek cesur bir duruşa ihtiyaç var. AKP ve hükümet sözcülerinin şimdiye kadarki söylemleri hep “Değişmez maddelere asla dokunmayız, ama diğer maddelerin hepsi değişebilir” şeklinde olageldi. Ama değişmez maddelerdeki ideolojik kriterler, diğer değişikliklerin de iptaline gerekçe oldu. Onun için, bu antidemokratik ifadelerin ayıklanıp durumun netleştirilmesi gerekiyor. Başlangıç metnini eleştirmekten kaçınan çekingen tavırlar veya Atatürkçülüğü sahiplenme çabaları bir an önce terk edilmeli ki, gerçek anlamda demokratik bir anayasa reformunun önü açılsın. 29.09.2010 E-Posta: [email protected] |