Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Yeni sayfa açarken |
Başbakan Erdoğan’ın medya ile son buluşmasında ilk dikkat çeken önemli noktalardan biri, davetin tamamen akreditasyonsuz bir yaklaşımla organize edilmesiydi. Bilindiği gibi, ayrımcılığın simgesi haline gelen akredite uygulaması, Genelkurmay başta olmak üzere bazı kurumlarca hâlâ sürdürülüyor. Son Dolmabahçe daveti, Başbakanlığın bu ayıbı kendi açısından bitirme noktasına geldiğini gösteriyor. Darısı diğer kurumların başına... Bu gelişme, 12 Eylül referandumunu bir milât olarak değerlendiren iktidarın, medya ile ilişkilerde de yeni bir sayfa açma niyetinin ifadesi. Bu adımın arkaplanında, Haziran 2011’de yapılması öngörülen seçime doğru gidilirken, yeni müttefikler bulup muhalefeti ve karşıtlıkları olabildiğince törpüleme ve yumuşatma gibi düşüncelerin yatıyor olması da kuvvetle muhtemel. Her halükârda genel atmosferdeki anlamsız gerginlikleri bitirip sağduyu ve itidal çizgisinin hakim olmasına katkı sağlayabilecek bir adım. Erdoğan’ın, ülkedeki değişim ve gelişim sürecinin medyadaki olumlu yansımalarında AB faktörünün rolüne de vurgu yapması ilginçti. Medyanın bir kesimine, soğuk savaş devrinden kalma alışkanlıkların terki mesajı verip 28 Şubat-27 Nisan manşetlerinden hatırlatmalarla, “Kendinizi psikolojik harekâtlarda kullandırmayın” diyerek özeleştiri çağrısında bulunması da. Bu çağrı, “sivil” kılıflar içerisinde hedef, yön, biçim ve yöntem değiştirerek devam eden başka psikolojik harekâtlar için de geçerli olmalı. Ve buradaki inisiyatif medyanın kendisinde. Gerçekten “bağımsız” bir medya yapılanması olsa, kendisini ne devlet içi güç odaklarına, ne siyasete, ne de ticarî hesaplara âlet ettirir... Bakalım, Türkiye o aşamaya ne zaman gelecek? Dolmabahçe buluşmasındaki soru-cevap faslı, Erdoğan’ın açış konuşmasıyla oluşan olumlu atmosferde sürdü, ama her soru, verilen veya geçiştirilen cevabıyla birlikte konuyu da dağıttı. Yeni anayasa ve zamanlaması tartışmasından bedelli askerliğe; Ulusal TV kanalının Silivri’de yargılanan yöneticilerine; yazılı medya için de RTÜK benzeri bir üst kurul oluşturulmasına; Bekir Coşkun’un Habertürk’ten çıkarılışına; Öcalan’ın son gelişmelerde dahli olup olmadığına; BDP ile yapılan görüşmeye; genel af ve siyasî af konularına; anadilde eğitime; seçim tarihi ve başkanlık sistemine; Gül’ün görev süresine; başörtüsüne; Başbakanın İstanbul için düşündüğü, ama ser verip sır vermediği “çılgın proje”ye; kur, “aşırı değerli TL” ve yüksek faiz bahislerine; emekli özel harpçi Yirmibeşoğlu’nun “Cami yaktık” itirafına kadar birçok konu gündeme geldi. Açış konuşmasında çetelerin üzerine giden yayınlardan takdirle söz etmişti Başbakan. Önce Adem Yavuz Arslan bu yayınlar sonrası yargıda karşı karşıya oldukları sıkıntıyı aktardı, ardından biz bunlar için açılan soruşturma ve dâvâları hatırlattık. Erdoğan sorunu çözecek TCK düzenlemesinin gündemlerinde olduğunu söyledi. Kılıçdaroğlu’nun “Yeni anayasa için 2011 seçimini niye bekliyoruz ki? Hemen bir komisyon kurup çalışmalara başlayalım” teklifini “samimiyetsiz” bulduğunu, çünkü Meclisin çalışma takviminin buna müsait olmadığını söyleyen Erdoğan keşke bu konuya daha pozitif yaklaşsaydı... Yeni anayasa için şimdiden bir komisyon oluşturulup çalışmalara başlanması, Başbakanın sözünü ettiği takvimin işlemesine engel değil ki. Meclis bütçe ve uyum paketi için çalışırken, anayasa komisyonu da kendi çalışmasını yapar. Ve böyle bir ortak çalışmayı başlatmak, siyasette de yeni bir sayfa açma iradesini gösterir. Erdoğan’a yeni anayasanın içeriğiyle ilgili tartışmaların da artık gündeme gelmesi gerektiğini ifade ederek, mevcut anayasanın şimdiye kadar iki defa değiştirilmiş olan “başlangıç” kısmıyla ilgili görüşünü sorduk; cevaben şu aşamada içerikle ilgili konulara girmek istemediğini söyledi. Ve yeni sayfanın ilk satırı böyle noktalandı. 28.09.2010 E-Posta: [email protected] |