Cevher İLHAN |
|
“Dinî vecîbe”ye bigâne… |
Anayasa’nın 136. maddesiyle devletin din işleriyle ilgili yetkili kuruluşu Diyanet İşleri Başkanlığının “kuruluş ve görevleri” hakkındaki 633 numaralı kanunla kuruma, “İslâm dininin inançları, ibâdet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak” vazifesi verilir. Yine aynı kanunla verilen “yetki ve sorumluluklar”a dayanılarak, tesettür ve başörtüsünü dinî, hukukî ve diğer yönlerden inceleyen Diyanet’in en yetkili dinî-ilmî kurulu Din İşleri Yüksek Kurulu, başörtüsünün “dinî vecîbe” olduğunu hükme bağlar. Yüksek Kurul, 12 Eylül darbesinin akabinde 30.12.1980 tarihli 77 nolu kararda, öncelikle İslâm’ın temel kitabı Kur’ân’ın âyetlerinden hareketle, öncelikle “Mü’min kadınlara da söyle; gözlerini bakılması yasak olan şeylerden çevirsinler. İffetlerini korusunlar. (El, yüz, ayak ile bu uzuvlarda bulunan yüzük, kına ve sürme gibi) kendiliğinden görünenler müstesna ziynetlerini açmasınlar, başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar…” emrinin buyrulduğu Nûr Sûresinin 31. âyeti esas alınır. Ahzab Sûresi’nin 59. âyetindeki, “Ey Peygamber; eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle: (Evden çıkarlarken) üzerlerine dış elbiselerini giysinler; bu, onların iffetli bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar” hükmü zikredilir…
“BAŞÖRTÜSÜ DİNİN KESİN EMRİDİR” Kararda, İslâmiyet’ten önce (cahiliyyet devrinde) kadınlardan başlarını örtenlerin örtülerini enselerine bağladıkları veya arkalarına salıverdikleri, boyun ve gerdanlarını açık bıraktıkları belirtilerek, “Cenâb-ı Hak bu âyet-i celile ile câhiliyye devrinin bu âdetini kesinlikle yasaklamış; Müslüman kadınlara başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir” yazılır. Kur’ân-ı Kerim’in mücmel hükümlerini tefsir yetkisinin evvelâ onu tebliğ ile görevli Peygamberimize ait olduğu gerçeği açıklanır. Hz. Aişe’nin naklettiği, yüz ve elleri hâriç tutan sahih bir hadis kaydedilir. Mezkur âyetlerin, Müslüman hanımların evlerinden çıkarken üzerlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafeti ile sokağa çıkmamaları emredildiğine sarahat getirilir. Bu konudaki bütün âyet mealleri ve hadislerden, İslâm müctehid ve fakihlerinin, Müslüman kadınların sadece namaz kılarken değil, namaz dışında da vücudun el, yüz ve ayaklar dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlilik câiz olan yabancı erkekler yanında açık bulundurmamaları gerektiği hükmünde ittifak ettikleri bildirilir. Keza İslâmî hükümlerin iki temel kaynağı olan Kitap (Kur’ân) ve Sünnet (Peygamberimizin yaşayışı, emirleri ve buyruklarını ihtiva eden) delilleri yanısıra, İslâm’ın doğuşundan ashab ve tabiîn devirlerinden itibaren günümüze kadar bu hususun on dört asırdır bütün İslâm dünyasında daima böyle anlaşıldığı ve uygulandığı; böylece kadınların tesettürü meselesinde her asırda icma-i ümmet (ümmetin görüş birliği) meydana geldiği hatırlatılır. Nitekim, hiçbir İslâm âliminin bu hükme aykırı bir şerhi olmadığına dikkat çekilir… Yine Din İşleri Yüksek Kurulu’nun “Tesettür” konulu 6 nolu 3.2.1993 tarihli bir diğer kararında, İslâm dininde kadının kıyafeti ile ilgili yapılan incelemede, âyetlerde zikredilen İlâhî emirlerle ve tesettürle ilgili pek çok hadis-i şerifle, kadınların örtünmesi ve başörtüsü açıkça târif edilir. Ayrıca “dinimizin emrettiği örtünmeden maksat” izâh edilmekte. Kararın “netice” kısmında, “Kadınların, âyette “kendiliğinden görünenler” ifadesiyle vücudun el, yüz ve ayakları dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlilik câiz olan erkekler yanında, vücut hatlarını ve rengini göstermeyecek nitelikte bir elbise (örtü) ile örtmeleri; ve başörtülerini, saçlarını, başlarını, boyun ve gerdanlarını iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmaları, dinimizin; Kitab, Sünnet ve İslâm âlimlerinin ittifakı ile sabit olan kesin emridir. Müslümanların bu emirlere uymaları dini bir vecîbedir” yazılır… “KARARLAR” AİHM’E BİLDİRİLMİYOR! Peki bütün bunlara rağmen, ilk AKP hükûmetinin kurulduğu gün (16 Kasım 2002) kamuoyuna deklâre edilen Âcil Eylem Plânı’nda, seçim bildirgeleri ve hükûmet programlarında YÖK dahil 12 Eylül darbesinden kalma bütün antidemokratik kurumları ve yasakları kaldıracağını söz verdiği halde ancak iktidarının altıncı yılında başörtüsü yasağını hatırlayan siyasî iktidar, AB ve AİHM’e anayasal kurum Diyanet’in “başörtüsü dinî vecîbedir” kararını bildirmemekte. Dahası, Leyla Şâhin davasında olduğu gibi, Dışişleri Bakanlığı’nın Strasboug’a gönderdiği “hükûmet savunması”nda, tıpkı azılı yasakçılar gibi başörtüsünü “laikliğe aykırı”, “gerginlik sebebi” ve “siyasî simge” niteleyip eğitim hakkını gasbeden yasağı onaylamakta. Sekiz yıllık iktidarında, AİHM nezdinde etkili olacak, “dinî vecîbe” olgusunu hâlen nazara vermemekte. Diyanet’in fetva ve görüşünü iletmemekte… Ve en son Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın sakındırdığı, mevzuatta hiçbir yasaklama hükmü bulunmayan yasadışı yasak için “yasa çıkarma” girişimiyle kalmayıp, yasağın kaldırılmasını isteyen Anamuhalefet Partisi’ne “yasa teklifi” vâhim önerisinde bulunmakta. Yasaya gerek olmadan demokratik irâde ile sağlanacak bu en tabii insan hakkının ve inanç özgürlüğünün yaşanmasında kırılganlık, zâfiyet ve siyasî kıskançlık sergilemekte… Neden? Niçin bile bile aynı yanlışta ısrar ediliyor? 28.09.2010 E-Posta: [email protected] |