Cevher İLHAN |
|
Vartaya dikkat! |
Referandum sürecinde gündeme gelen konulardan biri de başörtüsü yasağının kaldırılması oldu. Ancak ne yazık ki insan haklarının ve inancını yaşama hakkının en temel unsurlarından biri olan başörtüsü hakkı da diğer hak ve özgürlükler gibi polemiklere kurban edildi. Gerçek şu ki Türkiye’de kılık ve kıyafet yasağı, özellikle 12 Eylül ihtilâli sonrasında hukukî kılıfa büründürülmüş. Bu antidemokratik dönemde evvela 22.07.1981 tarihli “Millî Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine İlişkin Yönetmelik”le başörtüsü yasağı getirilmiş. 12 Eylül darbesinin bir ürünü olan ve “darbe anayası”nda güvence altına alınan YÖK’ün başörtüsü yasağı dayatması, bu hiçbir yasaya dayanmayan “yasadışı yasak”tan türemekte. Kısacası, aynı Anayasanın 24. maddesindeki “din ve vicdan hürriyeti” hakkına ve 42. maddesindeki, “kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz” hükmüne; ve bu hükme bağlı devletin “eğitim görevi ve ödevi”ne göre, başörtüsünden dolayı eğitim hakkının engellenmesi, öncelikle mevcut Anayasal suçtur…
“MİLLETLERARASI ANLAŞMALAR”DA… Keza inanç özgürlüğünü esas alan ve Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklere ilişkin “milletlerarası anlaşmalar”ı, insan hakları beyannamelerini hiçe saymaktır. Türkiye’nin imza attığı milletlerarası anlaşmaları “kanun hükmünde” kabul eden, bunlar hakkında “Anayasaya aykırılık düşüncesiyle Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı” hükmünü getiren 90. maddeye göre, başörtüsü yasağı -faraza- kanunda yer alsa bile nazara alınmaz. Zira mezkur maddeyle, “temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaş hükümleri esas alınır.” Böylece, Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında kadınların kılık ve kıyafetlerini yasaklayan bir hüküm bulunmamakta. Sözkonusu yasak, tamamen indî ve tepeden inme olarak hiçbir kanuna dayanmayan keyfî yasaklamalardan ibâret kalmakta. Kaldı ki, “milletlerarası anlaşmalar”da din, inanç ve ibadet özgürlüğü teminat altına alınmakta. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi “Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir” cümlesiyle başlayan ve bu hakkın açık veya özel biçimde ibadet, öğretim, uygulama ve tören yapmak suretiyle tek başına veya toplu olarak dinini ve inancını açıklama özgürlüğünü ihtiva ettiği”ni bildiren 9. maddesi, bunun en bâriz belgesi. İnancı yaşama hakkının bir gereği olan başörtüsü yasağı, Avrupa İnsan Hakları Ek Protokolü ikinci maddesindeki, “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz; devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, -anne ve babaların çocuklarına- vatandaşların dinî ve felsefî inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir” temel kriterine zıttır. “İnanç hakkı”nın “eğitim hakkı”yla takası, ayrıca Türkiye’nin müzâkere sürecinde olduğu “AB Müktesebatının Üstlenmesine İlişkin Ulusal Programı”nın başında taahhüd ettiği siyasî kriterleri hiçe saymakta. “Vatandaşların felsefî inanç ve dinine bakılmaksızın, tüm insan hakları ve temel özgürlüklerden tam olarak yararlandırılması, düşünce, vicdan ve din özgürlüklerinin temini” vaadiyle çelişmekte.
YASASIZ YASAĞA YASA! Yine Türkiye’nin “ulusal program”da taahhüd ettiği, “Bütün bireylerin-vatandaşların, herhangi bir ayırım yapılmaksızın ve dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî görüş, felsefî inanç veya dinine bakılmaksızın, tüm insan hakları ve temel özgürlüklerden tam olarak yararlandırılması; düşünce, vicdan ve din özgürlüklerinin sağlanması” başlığı altında “Avrupa insan haklarını ve ana hürriyetleri korumaya dair sözleşme”yle hak ve özgürlükleri tanıyan ve “ayırımcılık yasağı”nı yasaklayan “inancını yaşama hürriyeti”, başörtüsünün bir diğer teminatı… Esasen, halkın yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede, İslâmın temel kitabı Kur’ân-ı Kerim’in açık âyetleriyle ve Peygamberimizin hadisleriyle “Allah’ın emri”; ve devletin din işleri”yle ilgili yetkili anayasal kurumu Diyanet’in Din işleri Yüksek Kurulu’nun fetvâ kararlarıyla tesettürün tamamlayıcısı olarak “dinî bir vecîbe” olduğu kesin olan başörtüsünü tartışmak, siyasetin işi ve haddi değil. Yasa da gerekli değil. Çünkü, inanca dair bir gerçek ve gerek, siyaseti ve politik mülâhazaları aşar. Siyasetin yapacağı, başta Kitap (Kur’ân) ve Sünnet (Peygamberimizin yaşayışı, ve hadisleri) olmak üzere dinî nas referanslarda “bir vecîbe” olduğubelirlenen, on dört asrı aşkındır bütün İslâm âlimlerinin ittifakıyla tesettürün bir parçası olarak görülen başörtüsünün dinî yönünü, farziyetini ya da şeklini tartışmak değil, hak ve özgürlüklerin yaşanmasının önünü açmaktır. Bundandır ki Anamuhalef Partisinin “başörtüsü yasağını kaldırma” görüşüne karşı iktidar partisi sözcülerinin, yasadışı yasağın kaldırılması hakkında, “Samimiyseniz Meclis’e yasa teklifi verin” söylemi, şimdiye kadar olduğu gibi yasağı devam ettiren vâhim bir vartadır. Yasadışı yasağı âdeta “yasallaştırıp” azdıran ve yaygınlaştıran bu vartadan vazgeçilmelidir… 27.09.2010 E-Posta: [email protected] |