Görüş |
Serin serviler altında
Sıkıntı ve hüzün öylesine istekli, öylesine keyifle; elele tutuşur, gelir. Kederimiz o kadar benimsemiştir ki bizi sadık bir köpek misali; yatar yuvarlanır ayaklarımızın dibinde. Kovsak da, sövsek de uzaklaşmaz kıvrıldığı yerden. Hafakanlar basar, daralır da daralır incir çekirdeğinin içine girer çıkarız. Biz bile, bize fazla geliriz. Ne yana dönsek gam yüklü kervanlar geçer inleyerek. Karşı dağlar, yerle bir olur da çektiğimiz “of”un celâlinden bir adım öteye gitmez kederimiz. Sonra mekânlar düşleriz; onları daha tahayyül ettiğimizde, içimize baharlar doluşur. Tarifi pek de mümkün olmayan bir rehavet gelir, sarar ikinci bir beden gibi kafesimizi. Biraz önceki hafakanlarımız uzaklaşıverir. Ruhumuzu baştan aşağı saran zehirli sarmaşıklar çözülüverir isteksizce. Sırtımızdaki çuvalları, balyaları, irili ufaklı kutuları, sıkı sıkı bağlanmış denkleri indiriveririz yere. “Bu gemi zaten hepimizi taşımakla mükellefse bunca şeyin sırtımda işi ne?” der; dünyanın bütün dert ve kasavetini elimizin tersiyle itiveririz geçmişe. “Hadi be” deriz; bütün gün, hafta -bazen aylarca- bizi rendeleyen, kıymık kıymık eden lâflara, kahredesi imâlara, yerin dibine batası lâf çakıştırmalarına… Anlaşılma ümidimizin sıcacık avuçlarımızda buz misali erimesine, sevme ve sevilme hoşluğunu anlatma gücümüzün günbegün azalmasına, “Her şeyi güzel göreceğim” ahdimizin kötü hastalığa tutulmuş gibi gitgide zayıflamasına” hadi be deriz. Daha adını duyduğumuzda bütün hüzünlerin bizi azad edeceği bir mekândan dem vurmaktır niyetim: Baştan aşağı ferahlık yüklüdür; sırılsıklam keyiftir orada soluklanmak. Etle tırnak olduğu kabuğunun içinde, kim bilir kaç saattir önündeki taş yığınını aşıp karşıdaki servilere ulaşma çabasındaki dostumuz; menzile vardığında serin servilerin sunduğu rehavete salıverir kendini. Aslında çok ender yaptığı gibi; kol ve ayaklarını çıkartmakla kalmaz, o endamlı boynunu da uzatıverir servilere doğru. Bu serinliği verene şükür yüklü baygın bakışlar sunar. Ya biz özlemez miyiz; şöyle sere serpe uzanıp, huzura dokunabileceğimiz bir efil efilliği! O zaman bizim imdadımıza da serin serviler yetişir. Uzanıveririz sağ yanımıza boylu boyunca. Umurumuzda değildir sevdiklerimizin bizi bırakıp evlerine dönmeleri. Geride kalır endişeler, kırgınlıklar, sahip olamadıklarımız, gönlümüzce sevememek ve sevilmemek… Gündüzü başka, gecesi bambaşkadır serin servilerin. Mehtaplı gecelerde servilerin arasından yol bulup gelen ay ışığıyla; uzaklardan, çok uzaklardan gelen yatsı ezanı yoldaşlık eder bize. Bazı geceler Samanyolu sağanak sağanak boşalır da serviler bile engel olamaz. Kokusu tüter buhurdanlarca; vaktini çoktan unuttuğumuz ayrılıkların, yerine getiremediklerimizin… Birden fark ederiz! Damlayan gözyaşı değil, yol bulup sızan yağmurdur.
İFFET ORAL |
27.09.2010 |