Ahmet DURSUN |
|
Demokrasimizin geleceği ve Bediüzzaman geleneği |
Türkiye’de dindar kesimin demokrasiye bakışı Meşrûtiyet’ten bu yana problemlidir. Ülkemiz demokrasisi; İslâm’ı demokrasiye lâyık görmeyen taklitçi Batıcılar ile Batı kaynaklı olması hasebiyle demokrasinin İslâm dışı olduğu teziyle hareket eden İslâmcıların kurbanı olmuştur. Bu iki kesimin çatışma sahasından kurtulamayan demokrasinin günlük politikalarla yıpratılması, ülkemizde demokrasi kültürünün yerleşmesini de geciktirmiştir. Geçtiğimiz gün, referandum analizinin yapıldığı Tarafsız Bölge adlı televizyon programındaki konuşmacılardan biri olan Hüseyin Gülerce’nin itiraf niteliğindeki sözleri, güdük demokrasimizin sebeplerini ortaya koyar nitelikteydi. Hüseyin Gülerce’nin dindar kesimlerin son yıllarda oldukça değiştiğini kendi hayatından örnekler vererek aktarması bir çok yönüyle değerlendirilmelidir. Programda konuşan Gülerce, 1970’li yıllarda, Yeniden Millî Mücadele dergisinde Avrupa Birliği, o zamanki adıyla AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) aleyhinde yazılar yazdığını söyledi. İslâmî kesimin AB, laiklik ve demokrasi gibi kavramlarla o yıllarda barışık olmadığını ifade eden Gülerce’nin söyledikleri, siyasal İslâm geleneğini yakından takip edenler için hiç de şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan, bugün bazılarınca Nurculukla özdeşleştirilen büyük bir cemaatin önde gelen isimlerinden birinin Avrupa Birliği ve demokrasi gibi kavramlarla çok geç barışabilmesidir. Oysa Bediüzzaman geleneği en az yüz yıldır, demok-rasiyi İslâm dışı görerek küfür rejimi ilân edenlerle ve demokrasiyi İslâm’a lâyık görmeyenlerle mücadele eden hürriyetçi bir zihniyeti temsil etmektedir. Bediüzzaman geleneği, meşrûtiyet-cumhuriyet-demokrasi gibi kavramların esasen İslâm’ın özünde var olduğunu savunarak hakim anlayışı sarsmış ve temel bir zihniyet değişikliğinin temellerini de atmıştır. Bu geleneğin içinde olanların değişmesi söz konusu değildir. Sevindirici değişim, temel hak ve hürriyetlerin nereden geçtiğini anlamaya başlayarak Bediüzzaman çizgisine yaklaşanların tutumlarıdır. Gelinen nokta sevindirici olmakla birlikte, jakoben laiklik anlayışından Bediüzzaman’ın tanımında kendini bulan hürriyetçi laiklik anlayışa ve totaliter anlayışların zihinler ve kurumlardan uzaklaştırılarak çağdaş bir demokrasiye geçilmesi yolunda yapılacak çok şey vardır. Meselenin düğüm noktalarından biri bunun nasıl yapılacağı ile ilgilidir. Dikkat çekici hususlardan biri; dünün Batıcıları bugün AB’ye karşı çıkabilmekte, tarafgirlik, partizanlık, pragmatistlik, ideolojik kaygılar gibi farklı faktörlerle demokrasi dışı hareketlerin yanında yer alabilmektedirler. AKP’nin de bu noktada faydacı bir refleksle takiyye yaparak demokrasiyi sahiplendiğini ifade edenler az değildir. Her iki durumda zararlı çıkan Türk demokrasisi olacaktır. Türk demokrasisinin kalıcı olabilmesi kalıcı temellere dayanması ile ilgilidir. Meşrûtiyette, hakkına sahip çıkamayan millet, hak ve hürriyetlerle ilgili kuralları meşrûtiyeti ilân eden elitlerin koymasına yol açmıştır. Bu da küçük bir zümrenin istediği tarzda, onların hürriyet anlayışı çerçevesinde olmuştur. Cumhuriyet sonrası da böyle olmuş, cumhuriyeti kuranlar kendi istedikleri kadar cumhura söz ve hak vermişlerdir. Bugün yapılan kısmî iyileştirmelerde demokrasi ile ilgili kuralların sağlam temellere oturtulması da milletin bunlara sahip çıkmasıyla ilgilidir. Temel bir zihniyet değişikliğini gerektiren bu durumun yolu da Bediüzzaman geleneğini anlamaktan ve bu geleneğe gocunmadan sahip çıkmaktan geçmektedir. 23.09.2010 E-Posta: [email protected] |