Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Başörtüsü ve asker |
Başörtüsü yasağının özellikle asker kaynaklı—veya başka merkezlerce tezgâhlanıp ona mal edilerek ve o öne çıkarılarak uygulamaya konulan—bir garabet olarak gündeme gelip hâlâ aynı şekilde devam ediyor olması, milletin gözündeki asker imajını yaralayıp zedeleyen ve sarsan en önemli sebeplerden biri. Bunu şimdiye kadar defalarca yazdık. Ama ne yazık ki, bu uyarılara kulak verilmedi. İrtica gerekçeli YAŞ ihraçlarında eşlerin başörtülü olması, öncelikli sebeplerden biri olarak gösterildi. Ve birçok TSK personeline, “Ya eşine başını açtıracaksın ya da atılacaksın” denildi. Başörtülü eşlerden, ölümcül hastalıklarla mâlûl olduğu halde askerî hastanelere alınmayıp tedavi edilmeyerek ölüme terk edilenler oldu. Başörtülüler askerî sosyal tesislere alınmadı. Başörtülü asker anneleri ve yakınları, temel eğitimi tamamlayan evlâtlarının yemin törenini telörgüler arkasında izlemek zorunda bırakıldı. Şehit cenazeleri dışında, askerlerin katıldığı hiçbir organizasyona başörtüsüyle girilemedi. Org. Karadayı devrinde verilen “yaşlı anneye eşarp izni” dahi, örtüler çözdürülüp uçları “tavşan kulağı” şeklinde sarkıttırılarak uygulandı. Resmî bayramlarda tertiplenen resepsiyonlara eskaza bir-iki başörtülünün de katıldığı görüldüğünde, askerler toplu halde o mekânı terk ederek “boykot ve protesto” gösterileri yaptılar. Yasak, imam hatip liselerine Millî Güvenlik dersleriyle taşınırken, uygulama bu dersleri veren subaylar aracılığıyla takip ve kontrol edildi. Aynı yasak ilâhiyat fakültelerinde uygulamaya konulup “son kale” olan Marmara İlâhiyat'a da intikal ettirildiğinde, sırf bunu sağlamak için oraya getirilen dekan, 1. Ordu Komutanı tarafından ziyaret edilerek, açık destek mesajı verildi. Örnekleri ilânihaye sıralamak mümkün. Ama bu kadarı, hafıza tazelemek için yeterli. Özellikle 1994’ten itibaren yoğunlaşıp 28 Şubat’la birlikte had safhaya ulaşan ve maalesef halen devam eden çok sıkıntılı bir durum bu. Lâfa gelince, “Efendim, bizim başörtüsüyle hiçbir sorunumuz yok, biz siyasal İslâm ideolojisinin simgesi olan türbana karşıyız” denilegeldi. Ama bu saptırma ve demagojiyi hiçbir zaman benimsemeyen millet, yasağı da tasvip etmedi. Buna rağmen, asker, yüksek yargıdan ve bir kısım akademisyenlerden aldığı “laik fetva”lara dayanarak, yasaktaki ısrar ve inadını sürdürdü. Böylece, kendi bindiği dalı kesen Nasreddin Hocanın durumuna düştü. Milleti gücendirdi. Aslında kurmay zekâsının bu durumu görmemesi mümkün değildi. Ama “siyasal İslâm” korkutmacasından mı, yoksa laikçilik saplantısından mı bilinmez, izahı çok zor, hattâ imkânsız bir “akıl tutulması” sonucu bu hale düşüldü. “İrtica duyarlılığı” yüksek bir emekli komutanın, hem de Cumhuriyet gazetesine söyledikleri, bu noktada çok gecikmiş bir itiraf niteliğinde. “Bana sahip çıkılmadı” diye istifa eden Deniz Harp Komutanı Tuğa. Türker Ertürk diyor ki: “Yıllarca büyük hatalar yaptık. Yıllarca bu başörtüsü meselesine taktık. Başörtüsü meselesi yasakladıkça, engelledikçe demokrasi mücadelesine dönüştü. Hata yaptık...” (21 Eylül 2010) Emekli komutana “Günaydın” da diyebiliriz, “Hatayı itiraf da fazilettir, zararın neresinden dönülürse kârdır” diyerek tebrik de edebiliriz. Ancak önemli olan, bir emekli komutandan sâdır olan bu itirafın, kurumsal olarak Genelkurmay tarafından da benimsenip paylaşılması. Aslında Genelkurmay, bir ara, açıktan olmasa da başörtüsü yasağının asker dayatmasıyla devam ettiği imajından rahatsızlık duyduğunun işaretlerini verir gibi olmuş, ama arkasını getirememişti. Ama artık bu yükü daha fazla taşıyamaz, taşımamalı. Zira yıpranan kendisi oluyor. Anlamsız, mantıksız, hukuksuz ve vicdansız bir yasakta ısrar etmek, ordumuza yakışmıyor. Vazgeçsin; o da rahatlar, bütün Türkiye de. Ve bir utanç sayfası daha kapanmış olur. 23.09.2010 E-Posta: [email protected] |