Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
PKK, derin PKK’ya karşı! |
Üzerinden günler geçmesine rağmen bir numaralı gündem olarak referandumu ve sonuçlarını konuşup tartışmaya devam eden Türkiye, Hakkari Geçitli köyünde 9 masumun can verdiği mayın katliamı ile sarsıldı. Ve bir kez daha terör gerçeğini hatırladı. Ölenlerin 4’ü kadın. Bunlardan biri, genç bir anne. 23 yaşında hayata veda eden bu annenin, biri 3, diğeri 1.5 yaşındaki kızları yaralı. Yaraları iyileşip hastaneden çıktıklarında—ki Bakan Atalay, “15 aylık Zeynep artık yürüyemez” dedi—Allah korusun, bir başka kalleş terör saldırısına kurban gitmezlerse, artık annesiz büyüyecekler. 3 yaşındaki Sudenaz ve 15 aylık Zeynep, terör fitnesinin öksüz veya yetim ya da sakat bıraktığı çocuklar listesinin kaçıncı sırasında ve sırada kimler var? Daha kaç masumun canı yanacak? Ve bu yürek yakıcı trajedi ne zaman bitecek? Hükümetin, “Artık analar ağlamasın” söylemiyle başlatır gibi olduğu demokratik açılım projesi, ilk ortaya atıldığı tarihin üzerinden bir seneyi aşkın zaman geçtiği halde artık konuşulmuyor bile. Acaba niye? O da mı rafa kaldırıldı? Dileyelim ki, referandumun açtığı yolda bu açılım projesine de, sürecin tıkanmasına sebep olan hatalardan ders çıkarılarak ve yeni yanlışlar da yapılmadan, hız verilerek devam edilsin. Geçitli köyü katliamı için BDP’den gelen ve devletin yaptırdığını ima eden mesajlar, AKP ve hükümet cenahında sert bir tepkiyle karşılandı. Bu durum, iktidar partisinin kendisini artık devletle iyice özdeşleştirdiğine mi işaret ediyor? Galiba. 12 Eylül’de gözaltına alınıp gözleri bağlı olarak sorgulandığını anlatan Cumhurbaşkanı Gül’ün, “Artık Türkiye çok değişti” diyerek, “Geçmişte bireysel hatalar yapıldı. Bugünkü Türkiye ortamında o tür mevziî hatalara ihtimal vermiyoruz. Devlet kurumlarının bilgisi dışında dahi bu ihtimal dahilinde değildir” şeklinde açıklamalarda bulunması da bunu gösteriyor. Bize de “İnşaallah öyledir” demek düşüyor. Bu bağlamda Geçitli’deki mayınlı minibüs katliamı için Gül’ün yaptığı değerlendirme, “PKK’daki bağımsız gruplar”a dikkat çekiyor. Burada hükümetin yaklaşımından ayrılan bir nüans var. İktidar, olayı doğrudan PKK’ya yüklerken, Gül örgüt içerisindeki bağımsız grupları adres gösteriyor. Böylece, dolaylı olarak “Olay PKK’nın değil, örgütün kontrolü dışındaki faaliyet gösteren grupların işi” demeye mi getiriyor? Aynı gün medyada çıkan haberlerde mayınlı saldırının “derin PKK”ya mal edilmesi de ilginç. Bu durumda şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: Bir tarafta, İmralı üzerinden yapılan temaslarla belli bir noktaya getirilmeye çalışılan, meselâ 20 Eylül’e kadar ateşkes ilân etmesi sağlanan bir örgüt; diğer tarafta bu mutabakatı tanımayıp direnen ve kendi başlarına terör eylemleri düzenlemeye devam eden “kontrol dışı” unsurlar. Eğer durum böyle ise, bundan sonraki süreçte terörle mücadele, İmralı üzerinden temas ve diyalog kurulup ateşkes ve eylemsizlik kararları aldırılabilen PKK’ya değil, bu kararlara uymayan o “başıboş” unsurların etkin olduğu “derin PKK”ya karşı mı sürdürülecek ve “derin PKK”ya karşı “sığ PKK” ile birlikte mi hareket edilecek? Öcalan’la, 11 yıldır, Kenya’dan getirilmesinde rol alan özel ekibin görüştüğüne ve devlette “Sen konuşmazsan başkaları konuşur, kontrol senden çıkar” görüşünün hakim olduğuna dair haberin tam da bugünlerde Hürriyet gazetesine servis edilmesi (28.8.10) ile verilen mesaj ne? Ve MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in, Öcalan’la görüşmelerin 1999’dan 2006’ya kadar sadece askerin kontrolünde yürüdüğü ve ancak ondan sonra MİT ve Emniyet gibi sivil unsurların devreye girmeye başladıkları yönündeki açıklamalarını nasıl değerlendirmek lâzım? Terörü bitirmek için Öcalan’ın siyasî aktör olarak sahneye sürüleceği aşamaya mı geçiliyor? İşaret ve ipuçları henüz netleşmiş değil. Ama galiba terör bahsinde de yeni bir sayfa açılıyor. 21.09.2010 E-Posta: [email protected] |