Vehbi HORASANLI |
|
Zaman istişare zamanıdır |
Rabbimiz, Şûrâ Sûresi’nde “Onların aralarındaki işleri istişare iledir” ve Âl-i İmran Sûresi’nde “Ve işlerinde onlarla istişare et” diye emretmektedir. Bediüzzaman bu âyetleri tefsir ederken “Asya’nın bahtının miftahı (anahtarı), meşveret ve şûrâdır” demek sureti ile meşveretin önemine değinmektedir. Türkiye medyasının gözbebeği Yeni Asya Gazetesi de bu sözü gazetenin logosu hâline getirerek, Bediüzzaman’ın dâvâsını ne kadar önemsediğini ve onun çizdiği yolda ilerlediğini kamuoyuna duyurarak dikkatleri çekmektedir. Eskiden padişahlık sistemi vardı. Osmanlı sultanı hem kral, hem halife, hem de İslâm âleminin bayrağı ve sembolüydü. Bu hâli ile o tarihteki 300 milyon Müslümana dayanak noktası oluyordu. 20. yüzyıl ile birlikte savaşlar sonucunda padişahın gücü ve otoritesi tamamen sona erdi. Devleti İttihatçılar yönetmeye başladı. Zaten bu dönemde padişahlar dış tesirlere açık hâle gelmişler, adeta Avrupa’nın esiri olmuşlardı. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte saltanat sistemi de en azından kâğıt üzerinde kalktı. Halkın temsilcileri yerine askerî vesayetin gölgesinde Avrupa’nın esareti uzun bir müddet devam etti. Bu yıllarda Meclis yerine yine şahısların düşüncesi ön planda idi. İstişârî bir organ olan ve meşveret edilmesi gereken Meclis’e kimse itibar etmiyordu. Fakat devir değişmişti. Öyle ki Kur’ân’ın emrettiği meşveret ve şûrâ her geçen gün daha da önem kazanmış, artık mecburiyet haline gelmişti. Zira şahısların becerikli hatta dâhî de olması, başarılı bir şekilde devleti yönetmesi mümkün değildi. İşte bütün dünyada diktatörlüklerin ve baskı rejimlerinin bir bir ortadan kalkmasının en önemli nedeni budur. Şahısların önemi bitmiş, istişare ederek yönetilen topluluk ve cemiyetler ortaya çıkmıştı. Bundan sonra kıyamete kadar aynı realite devam edecektir. Sadece devlet yönetiminde değil, basit bir şirketin yönetiminde dahi meşveret ve şûrâ önem kazanmıştır. Kaldı ki ruhumuzun teneffüsü ve hayatımızın en önemli parçası olan dinî yaşantımızda da istişarenin ne kadar önemli olduğu malumunuzdur. Kim ki Kur’ân’a uyar, istişare ederek işlerini yapar ise muvaffak olacaktır. Yok, eğer “Ben eskiden olduğu gibi şahısların sözünü dinleyeceğim, onların üstün meziyetleri sayesinde başarılı olacağım” diyor ise, büyük bir yanılgı içindedir. Bu gün olmasa yarın bir kayaya toslayacağı açıktır. Bu gerçeğin izah edilmesine gerek bile yoktur. Elhamdülillah Risâle-i Nur talebeleri, Bediüzzaman’dan aldıkları bu Kur’ânî hakikatler sayesinde, hatta Üstad’ın sağlığında dahi meşverete önem vermişler, kısa bir zamanda Nur hakikatlerinin dünyaya yayılmasına sebep olmuşlardır. Nur talebelerinin muvaffakiyetindeki en önemli sır, işte buradadır. Onlar her işlerinde istişare ederler. Zira istişare sonucunda eğer isabetli bir karar almış iseler, iki sevap kazanmışlardır. Yok, eğer yanlış bir karar almışlarsa, bu sefer bir sevap kazanacaklardır. Kur’ân’ın emrini yerine getirdiklerinden dolayı hiçbir mesuliyet taşımadıkları gibi sevap üstüne sevap kazanabilmektedirler. Halbuki şahısların emri ve vesayeti altında olan topluluklar, bu büyük kazançtan mahrumdurlar. Onlar isabetli bir karar dahi alsalar mesuliyet ve günahtan kurtulamazlar. Zira Kur’ân’ın apaçık bir emri olan istişareyi yapmamışlardır. Kaldı ki istişare edenler, almış oldukları bir kararda bir kere hata yapsa bile, bunlar belki on defa hataya düşecektir. Çünkü diğer bakış açıları ile olaylara bakma ve değerlendirme yapma imkânı bulamamışlardır. Sözümüzü yine şu Kur’ân âyeti ile tamamlayalım: “Şu yüce kitap ki, onda asla şüphe yoktur. O, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlar için bir yol göstericidir”, vesselâm… 21.09.2010 E-Posta: [email protected] |