Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
Ne yerde ve ne de gökte hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz. Annelerinizin rahimlerinde size dilediği gibi bir sûret veren Odur. Ondan başka ilâh yoktur. Onun kudreti herşeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır.
Âl-i İmran Sûresi: 5-6 |
21.09.2010 |
Rus da dinsiz kalamaz Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbî olabilir. İki dehşetli Harb-i Umumînin neticesinde beşerde hasıl olan bir intibah-ı kavî ve beşerin tam uyanması cihetiyle, kat’iyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbi olabilir. O vakit dört yüz milyon ehl-i Kur’ân’a kılıç çekemez. Emirdağ Lâhikası, s. 311, (yeni tanzim, s. 606) *** Hem de hakikat bize bildiriyor ki, mütenebbih olan beşer, dinsiz olamaz. Lâsiyyemâ, uyanmış, insaniyeti tatmış, müstakbele ve ebede namzet olmuş adam dinsiz yaşayamaz. Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek ve gayr-ı mahdud âmâline neşvünemâ verecek ve istimdatgâhı olacak noktayı, yani Dîn-i Hak olan dâne-i hakikati elde etmezse yaşamaz. Bu sırdandır ki, herkeste Dîn-i Hakkı bulmak için bir meyl-i taharrî uyanmıştır. Demek istikbalde nev-i beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına berâetü’l-istihlâl vardır. Münâzarât, s. 86, (yeni tanzim, s. 209) *** Elbette ve elbette, hiç şüphe yok ki, Şimâlde, Garbda, Amerika’da emâreleri göründüğüne binâen, nev-i beşerin mâşuk-u mecâzîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakiki sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak; ve elbette, hiç şüphe yok ki, bin üç yüz altmış senede, her asırda üç yüz elli milyon şâkirdi bulunan; ve her hükmüne ve dâvâsına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan; ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyet ile bulunup, lisânlarıyla beşere ders veren; ve hiçbir kitapta emsâli bulunmayan bir tarzda, beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde veren; ve bütün beşerin yaralarını tedâvi eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarîhan ve işareten, on binler defa dâvâ edip haber veren; ve sarsılmaz katî delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetleriyle, hayat-ı bâkiyeyi katiyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün rûh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında, katiyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz; ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.
Sözler, s. 141, (yeni tanzim, s. 251)
LÜGATÇE:
intibah-ı kavî: Kuvvetli uyanış. küfr-ü mutlak: Mutlak inkâr. musalâha: Barışma. lâsiyyema: Özellikle. mütenebbih: Uyanmış. gayr-ı mahdud: Hudutsuz, sınırsız. âmâl: Emeller, arzular. meyl-i taharrî: Araştırma meyli. berâetü’l-istihlâl: İyi bir alâmet, güzel bir başlangıç. Harb-i Umumî: Dünya savaşı. hâsıl: Ortaya çıkma. hüccet: Delil, belge. istinad: Dayanma. tehacüm: Hücum. neşvünemâ: Gelişme, yayılma. istimdatgâh: Yardım isteme yeri. Dîn-i Hak: Hak din, İslâmiyet. dâne-i hakikat: Hakikat tanesi. nev-i beşer: İnsanoğlu. din-i fıtrî: Yaratılışa uygun din. rûy-i zemin: Yeryüzü. |
21.09.2010 |