Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Referandumdan “Meyvenin Dördüncü Meselesi”ne |
Sayılı ve sınırlı ömür dakikalarımızı nerelerde ve ne şekilde değerlendiriyoruz? Şu kısa ve fani dünyadaki yerine getirmekle mükellef olduğumuz vazife ve yükümlülüklerimizin farkında mıyız? Farkında isek bize verilen bu dünyadaki bu sayılı günlerimizi yerli yerince kullanabiliyor muyuz? Bu ve benzeri suallere “evet” cevabını verebiliyorsak mesele yok. Yoksa Yüce Allah tarafından bize verilen bu geçici dünya hayatının, sayılı ömür dakikalarının geçiciliğini hesaba katmadan, sayılı ve sınırlı ömür dakikalarını bizi öyle çok alâkadar etmeyen zararlı, boş, malayani meşgalelerle geçiriyorsak, bunun zararlı sonuçlarına katlanmayı kabullenmek durumundayız. Görebildiğim kadarıyla, çoğumuz ahiret hayatının kazanılması için bize emaneten verilen bu ömür dakikalarının kadr-u kıymetini yeteri kadar bilmiyoruz veya bildiğimiz halde o ömür sermayesini yerli yerince kullanmakta yeterli dikkat ve itinayı gösteremiyoruz. Çoğu zaman bizi çok az ilgilendiren veya hiç ilgilendirmeyen bir mesele, bir iş, bir olay bize aslî vazifelerimizi ve yükümlülüklerimizi unutturup, boş ve malayani meşgalelere sevk ediyor. Günümüzde dünyaya çağıran saiklerin çokluğu, cezp edici olay ve hadiselerin etkisiyle ehl-i din olarak bizleri de çoğu zaman aslî gündemimizden alıkoyuyor. Münzevî bir hayata elbette razı olamayız. Yanı başımızda, çevremizde gerçekleşen hadiselere gözlerimizi kapatamayız. Bu toplumda yaşayan bir insan olarak, ailemizle, mahallemizle, beldemizle, ülkemizle az veya çok bir bağımız, bir münasebetimiz var. Beşer olarak bu dairedeki insanlara karşı vazifelerimiz var, sorumluluklarımız var. Bu dairelerdeki sorumluluklarımızın miktarını ve derecesini de Bediüzzaman’ın sık sık okumamızı tavsiye ettiği “Meyve’nin Dördüncü Meselesi”nden takip edelim: “…Her insanın kalb ve mide dairesinden ve ceset ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve küre-i arz ve nev-î beşer dairesinden tut, tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede, herbir insanın bir nevî vazifesi bulunabilir” tesbitinden sonra belki de bir çoğumuzun dikkatinden kaçan bir önemli noktayı nazarlarımıza veriyor Bediüzzaman: “Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimi vazife var. Ve en büyük dâirede en küçük ve muvakkat arasıra vazife bulunabilir.” Bu önemli ve ince tesbiti önümüze koyduktan sonra, günümüz itibariyle çoğu ehl-i dinin aldandığı önemli bir tehlikeye dikkatlerimizi çekiyor Bediüzzaman: “Fakat büyük dairenin câzibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, mâlâyani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür…” Bu meyanda Bediüzzaman’ın bütün dünyayı alâkadar eden, bilhassa da İslâmın geleceğini yakından ilgilendiren ve yeryüzünü bir kan gölüne çeviren harb-i umumiyi, birçok mütedeyyin ve âlim insanlar camiyi, cemaati terk edip radyo dinlemeye koştukları bir sırada Bediüzzaman’ın hiç sormadığını, aslî vazifesinden başını kaldırmadan, dönüp bakmadığını biliyoruz. Böyle bir duruşu, böyle bir tavrı neden tercih ettiğini de, ebedî bir hayatı kazanıp kaybetmekle karşı karşıya olan her insanın eğer aklı varsa, Alman ve İngiliz kadar serveti de olsa bu yolda harcamasını tavsiye ediyor Bediüzzaman. Uzunca bir süredir, bir çok insanın öncelikli gündemi olan referandum propagandalarında siyasîlerimizin takındıkları tavır bir tarafa, sıradan bir çok insanın bu işi bir ölüm-kalım mücadelesi olarak görmesi; özellikle şuurlu bazı ehl-i dinin ve cemaatlerin dahi aslî vazifelerini bir kenara koyarak, siyasîlerin vazifelerini yüklenerek çalışmaları; bu işin adeta bir dinî vecibe olduğunu söyleyerek gönüllü propagandalara destek vermeleri, beni bir defa daha Bediüzzaman’ın ısrarla okumamızı tavsiye ettiği “Meyve’nin Dördüncü Meselesi”ni okumaya sevk etti. 19.09.2010 E-Posta: [email protected] |